Bir tohumun serüveni
Bir gün; bir ağacın birinden, olgunlaşan meyvelerinden birisi, kendisini gövdeye bağlayan sapınında incelmesi ile ağırlığını taşıyamayıp yere düşünce, parçalanarak, meyvenin içindeki tohumları, rüzgarında esmesiyle; farklı farklı, yerlere saçılıp.. dağıldı.
Bu tohumlardan birisi; toprağa değince, zıpladı ve ağaç (ana’sın)dan ayrıldığını; artık, tek başına olduğunun “VARLIĞINI ve BEN’liğini!” hissetti.. Önce, şaşkınlığını yendi. Sonra; içinden gıcıklayarak gelen bir dürtü ile daha önceden bilmediği bir yola girdi ve ilerledi. İlerledi, ilerledi!.. Bu yol; uzun ve zahmetli, menderesler çizerek ilerleyen.. bir serüven ve bitmez bir macera idi. Üstelik, başına nelerin geleceğini de hiç bilmeden ve düşünmeden!.. Günler boyunca; gitti de, gitti... Nihayet, bir gün; önüne çıkan bir engel yüzünden son durağına geldiğinde, yine; yeni ve bir büyük şaşkınlık yaşadı. Çünkü burası; varlığında ve benliğinde farklı bir şeyleri, ikinci defa hissettiği, yine ayni “HİSLER”di. Tohum düşündü; yoksa, yıllar.. yılı, hiçbir yere gitmemiş miydi? O zaman, yaşamış olduğu; “sevinçleri, hüzünleri, acıları, dertleri ve kederleri!..” neden hissetmişti. Şaşkınlığını, bu duygu seli ile yenmeye çalışırken.. çok sert esen bir rüzgarla, kendine geldi. Çünkü; sert bir yere çarparak, kendinden bir şeylerin kopup gittiğini anladı ve dikkatlice bakınca da.. bunları tanıdı. Bunlar, yıllar öncesinde kendisinin; “varlığını ve benliğini” ilk defa hissettiği, o; küçücük “tanecikler ve hayat tohumlarıydı!..” Yani; “kendisinin aslı” veya “tâ, kendisi olan tohumları idi!..” B İ R T O H U M’ U N, S E R Ü V E N İ… ŞİİR NO: 03 24-03-2010 Rüzgarla savrulunca.. vardı; ilk defa, kendisinin farkına, Kendisi, bir başka idi; benzeri, tohumların arasında; Önce, neredeydi?.. Ne olacağını, bilmeden.. tek başına, Bir tohum olarak da, vardı; “yaşadığı, hayatın tadına!..” Bir gün; bulunduğu yeri, savrulan.. toz ve toprak, kapatmıştı, Karanlık, yalnızlık, sıkıntı ve havasızlıktan patlamıştı; Filiz’lendi. Yerinde duramamış, içi dışına çıkmıştı!... Çok şaşırmıştı. Neydi, peş-peşe gelen.. bu olaylar, başına?!.. Kökü de çıktı. Artık, toprakları delerek.. ilerliyordu, İlk düştüğü o yer’de, birileri; sanki, onu bekliyordu!.. Ne çok zorlandı. Fakat; fidesi, artık toprağın üstüne kavuşdu, Dal verdi, yaprak da açtı; tüm mahlûk’u, selâmlamak adına!.. Elbirliğiyle çalıştı; kökü, gövdesi, dal’ı ve yaprağı, Rüzgara, sıcağa, soğuğa.. direndi. “Çoğaldı sevapları,” Aşkla, büyüdü gitti; soyu gibi, ÜRÜN vermeğe sevdalı, Şimdi, bu dal’cık da; irileşti.. Döndü, kocaman bir AĞAC’a!.. Dal olduğu günlerin özlemiyle, birden çok dallar çıkardı, Her çıkan dalı yeşil olsun diye.. bir çok yaprakla donattı; Yaprakların arasından; renk, renk.. güzel kokan.. pek çok gül, açtı, Yetmezmiş gibi . Bir de; meyva verdi, mahlûkatın açlığına.... Artık kocadı. Hayatı çekemez, işini yapamaz oldu, TOHUMLARININ İÇİNİ de, “ÖZ’ünün tohumu”yla doldurdu; İnsanlara ve hayvanlara hizmet, “ancak, bu kadar” olurdu, Yine de, ümit vardı; her tohumda, “ayrı, ayrı.. yaşamağa...” 23-03-2010 SAAT:04:00 KONAK- İZMİR. |