ah İstanbullu
senin özlemini adımlamaktan
yorgun iki delikanlı şu gözlerim aşkınla adam ettiğim gidişinle delirttiğin sevdamın İstanbul’u kadını caddelerinin bana olan yoksunluğu hüznün raks makamı sol yanımın notasız acıları ne baharı kandırdı ne de yazı sadece içinde seni yaşatmış adı ve İstanbul’un senli kokusuydu bekleyişimin soluğu hele uykulu gözüne güneşi sürüp bakardı ya pencereme umut etmeyi öğreten sokağında adınla kandıran masalını yaşardım ne yaptıysam akıllanamadım suretine denk bir tuali boyayıp da maziye kendimi dahi avutamadım takvimler katıldıkça mazine vakit etraflıca sildi her yanımı uzun lafın kısası gözlerinin yokluğuyla hüznün aklandırdı her yanımı sonrasında mı ? ilk cümlenin yeşerdiği yere geldim gözlerinin aşk çarpıntısıyla işlediği sol yanımın doğduğu sahil kentine takvimimin çaldığı gençliğin vedasına ilk hayalimin o son adımına başladığım yerde gitmek üzere döndüm işte aşkı ilk kez gördüğüm yere |