YERİ GELMİŞKENYeri gelmişken söylenmeli, Her çağa başka düşüyor gölgesi aşkın. Tırnaklarında roman ağrısı bir sancı beliriyor nedensiz. Neden hakir görülmüş ki Cahil bakışları şahmeranın... Bilinmedik bir suflede dile gelir mi sanırsın bu acı meramın? Başaklar paslandı bilesin, Yeşilleri boyun büktü dallarının. Dedim ya her çağa başka düşüyor gölgesi aşkın. İyi ya da kötü, Benzi kül renginde gri; Yarına doğuracağım çocuklarım var benim. Adı meçhulde bereket çocuklarım var benim. Küskünlüğü bıraktım sevmelerden, Zaman bire bin verdi bu sene. Sular tersine akar mı diye sorma; Sorsan da bilmiyorum ki işte. Söylesene; En fazla hangi asırda tüketilmiş sarma tütün. En fazla hangi asırda kıyılmış cana. Oysa en büyük isteğim; Koskoca bir gülüş sunmaktı avuçlarına. Yeri gelmişken söylenmeli, Her çağa başka düşüyor gölgesi aşkın. Ne çöle düşüyor Mecnunlar, Ne yasından sürme çekiyor gözlerine Leyla. Ne dağları deliyor tırnağıyla Ferhat’lar, Ne koruna düşüp yanıyor aşkın; Kerem’ler İyi de bu asıra nerden musallat oldu veremler? İnce bir hastalıkmış başında dolananı gözleri elanın, Tamam susuyorum...Allah belasını versin yalanın! Şimdi desem sana; Senin için dikilmiş bu Tac Mahal, Senin için yazılmış “Monna Roza”, Senin için sarılmış “memleketimin en sert tütünü” Senin için içilmiş Hürriyet! O da ne gülüm gözlerimin önüne setredilen demir, Bileklerimde kıskacı uçurtmanın. Öyle ya her çağa başka düşüyordu değil mi gölgesi aşkın. Yeri gelmişken söylenmeli, Her çağda başka üşür gözleri kardelenlerin Beton bir yastıkmış yanağına düşen, dert diye söylediklerin. Limon tadıymış ağzındaki mayhoşluk. İçmeden nasıl geldi bilmem ki bu sarhoşluk. Yedi düvel efsanelerim var şimdi, Karbon kağıdına çoğaltılmış... Sen söylemeden ben söyleyim; Pembe en çok sevda bulutlarına yakışmış. Say ki karnım tok, sırtım pak benim Çiftte su veriyorum saçlarımın köküne, Seni seviyorum diye yazmalıyım; Bu kadar mısranın altına yazılacaksa eğer bir cümle. Yeri gelmişken söylenmeli, Her çağa başka şiir yazar şairliğim Köroğlu’na özenirim, ayrılığım Bolu beyi. “Şah Murat suyu kan akar” Yağız bir at üstünde Ahmet Arif ağlar! Sonra; Karacaoğlan oldu ciğerimin en sızısı. Ama “böyle mi olmalıydı” demedim alnımızın yazısı. Büründüm en Yunus halimi, Büründüm etimde kemiğimde sen. Neylersin ki yine bendim her adında titreyen. Yoruldum saymaktan yıldızları, Yorulmadım ama adına dilekler tutmaktan. Yorulmadım koşmaktan ardı sıra baharların. Öyle ya her mevsime başka düşüyor gölgesi aşkın. Hangi taşı kaldırsam, altında kalır elim. Turuncular küser yakamoza gözlerinde. Kükrer her gece baykuşlar, özenerek tılsımına yarasanın, Öyle ya her geceye başka düşüyor gölgesi aşkın. Yeri gelmişken söylenmeli, Her çağa başka düşüyor nefesi aşkın. Isırıyor kanatırcasına dudaklarını zemheri, Ölmeden bir insan nasıl yaşar mahşeri? Söyle beni bıraksın hasretin, Bir avuç ateşim kalsın geceye; Delice bir buzul anı dem sürerken gözlerinde. Şimdi üşüyen ellerimle kapatıp yüzümü, Aşka yazılmamış türküler söylüyorum. Aldırma bu nefes alan halime, Yaşarken ölmek nasılmış ben onu öğreniyorum. Kaldırımlar dinler mi dersin beni, Anlar mı halinden yalnızlığın, Öyle ya her çağa başka düşüyor gölgesi aşkın. Engin Badem |
ve ne acıdırki böylesi harikulade şiirler arka planda kalıyor sırf bu düşünce yüzünden..
ben yeni okuyabildim bu şiiri ön plana sürülmemiş çünkü,
sapma sapan sözlerle yazılan
ben şiire dair birşey göremediğim karalamalara asılan kurdelanın bu sitede ne anlam ifade ettiğini bir kez daha gördüm..
yazık ki çok yazık..
şiiri ve şairi kutlamak hadiimi aşar bu sayfada..
teşekkürler şair..paylaşım için..
SEVGİMLE/SAYGIMLA