BİR ZAMANLAR İSTANBUL...İstanbul, İstanbul gibiydı o zamanlar; Gökyüzü mavi, deniz maviydi, İnsanlar, İstanbullu gibiydi. Fıstık çamlı koruları, cumbalı konakları, Sakaların, yoğurtçuların çıngırakları, Yağlı boyalı görkemli köşkleri, dut ağaçlı sokakları, Evlerin güller, karanfiller açan bahçeleri vardı. ...Ve sabahlar, limon kolonyası gibi manolya kokardı... Gün batışında Kızıl kiremitli damlardan aşağı Hanımeli, akasya ve hüzün kokan akşamlar inerdi Ve bir sokak fenerinin soluk ışığında El-ayak çekilir, sesler dinerdi. Sonra ağustos böceklerinin konseri başlar, Arnavutkaldırımı sokaklarda eğri-büğrü, güngörmüş taşlar, Bir pencereden; ’yurttan sesler’ korosu, Bir pencereden; közlenmiş çiroz kokusu, Ve bir başka pencereden Buram buram sessizlik sızardı. Alman harbi daha yeni bitmişti, Bir lira, dört mark’tı ve bir simit beş kuruş, O zamanlar gazeteler bile hep güzel şeyler yazardı... Ünal Beşkese |
Seyr-ü sefer kelimesine takılıyor aklım. Neyse ki şimdi adı trafik. Kelimenin eski ahenginden eser kalmayınca, yolculuklar işkenceye dönünce iyi ki şimdi trafik der olduk. Eskiden iç açan bir durumdu sanırım seferi seyr eylemek...Şiir de beni eskiye sefere çıkardı doğrusu.
Ve sahi annem derdi ki "gavur parasıyla beş kuruş etmez"
Aşağılayan bir atasözüymüş eskiden. Ki o vakitler Türk Lirası kıymetliymiş eskiden...
Teşekkür ederim bu yolculuk için.
Saygılarımla.