Dudaklarında Yaşayıp Gözlerinde Ölmeliyimrastgele tepeleme sokuşturmalıyım gardolaba günahlarımı masum günahlarının üzerine yığılıp kalmalıyım cehennemlik ayıplarımla sevişmeli hayallerimiz zenci ellerle alev alev tenlerimiz yanmalı nefeslerimiz birleşmeli kuytuda hayvani hırıltılarla ve bin yıllık açlıkla senin üzerinde yasak kokun olmalıyım bin bir aktariye karışımı... gözlerine düşürmeliyim gözlerimin gölgesini soluklanabileceğin zümrüt yeşili renginde olmalı bildiğin bütün değerli madenlerin gözlerimden sana tek taş zümrüt yüzük sunmalıyım diz çöküp önünde vadettiğim hazinelere varmak için kalbimi koparmalısın hoyratça ellerinle rosa dudaklarında dudaklarımın asırlık tadı kalmalı mahzenlerde saklı yıllar tadını unutturmamalı sevişmelerimizi ve yumuşak sakallarımı estirmemelisin borayı bensiz üstüne... gözlerim boş bakmalı, retinamın renkleri uçmuş gidişinden sessizce gülümsemem emanet kalmalı saçlarında yine benden gidişinde geri döndüğünde gülebilmeliyim ancak yaşattığın binbir gece masallarının içinde kısa ama dev bir romanımız olmalı sığmayan iskenderiye kütüphanesine; ’özlemlerin kapıda kucaklaştığı ve selamlaşmadan sırılsıklam seviştiğimiz girişte ayrılığın giderken el salladığı’ bir sayfalık romanımız kırmızı mum mühürlü siyah kaplı arkandan kovalar dolusu gözyaşımla yıkamalıyım bastığın yerleri ’yolun açık olsun sular gibi git ki tekrar gelebilesin’ diye... kalbine giden damarlarında kaybolmaktan korkmalıyım karanlık gece korkularımdan şarkılar besteleyip adına mırıldanmalıyım ve seninle yıldızları bir bana bin sana eşit paylaşmalıyım kavga etmeliyiz hep parlak yıldızları kendine seçtin diye dolunaydaki gülümsemeni paylaşmam bilesin kimseyle benden gidip samanyolundan sana binlerce yıldız toplamamı istemelisin kapris yapmalısın ben bunları beğenmedim yenilerini git topla diye tekrar sonsuzluğa asılıp sallanmalıyım bir yıldızdan diğerine sonra sevişmeliyiz terasta yıldızlardan utanmadan ısır omzumdan ki bir duyan olmasın sadece yıldızlar şahit olmalı tepemizde çığlıkların yankılanmalı tek duvar evimizde, tutkularımız boğulmalı terimizde ayaklarım yerden kesilmiş zaten a ş k ı m d a n...ö l ü r k e n...g ö ğ s ü n d e... gül bahçesi dudaklarında ahududu yetiştirmelisin öperken dikenlerin batmalı, kanlı öpüşmeliyiz, ahududu damlalarını dudak kıvrımımdan emmelisin boynuma küçük ısırıklı zehirli hamleler etmelisin ılık nefesinle şah damarımı tehdit etmelisin ve şah damarıma şah çekmelisin kalenle köşeye sıkıştırmalısın duygularımı biçare kalemi düşürmelisin gözlerinle anlattığın şiirlerinle beyaz atımı sürmeliyim, şaha kaldırıp önüne kederlerin duvarlarından döküldüğü kalenden çekip almalıyım seni atımın arkasına atıp seni piyonlarının üzerinden atlamalıyız, sıkı sarılmalısın belime siyah beyaz damalı çapraz hüzünlerinden koparıp köklerini zümrüt-ü anka kuşlarının omzuna konacağı ormanıma götürmeliyim nehir kenarından özgür atların dörtnala koştuğu gözlerinin alabildiği ovalarda koşmalı asaletin özgürce... kovuğunda sabahlamalıyız deli ormanımızın aşk ateşimizin için için yandığı ruhumun zifirini cigaraya sarıp, göğsünden içine çekmelisin kalbimin yanışını sekoya ağacının bulutlarını öpen kollarında gün batımına el sallamalıyız çıplak ellerini uzatsa da gam, pamuk helvası bulutlar üzerinde olmalıyız ulaşılamayacak bastığımız her dal dudaklarının tadı kıvamında şekerden yapılmış olmalı her zerresinde sen olmalısın yıldızlardan yorgan bulutlarından yastık ormanımızın... sevişmeliyiz orkidelerden yatağımızda ateşimizin korundan çarşaflar tutuşmalı volkanlar tetiklenmeli kasılmalarımızda sevişmemizden durgun nehirler taşmalı... ruhum ruhunu binbir gece masallarına kaçırmalı ruhun ruhuma sahilde deniz meltemiyle kaçmalı gözlerimde ruhunu demlendirmeliyim kıvamı gelince almalıyım nar çiçeğimi ağustos bitiminde gel dediğinde gelip git dediğinde artık gitmemeliyim dudaklarında yaşayıp gözlerinde ölmeliyim.... 29/06/2007 Bodrum |