gene bulandı derelerhozana bırakmıştım idalarımı tırpan yedikten sonra dizlerimden küçük yürekliler büyük amaçları doğradılar sessizce bir gece daha yeni aylar almıştım ondördümden beni sen doğurdun tahta bavulumda getirdiğim ülkemden agnessa,işaret diliyle de olsa nasıl anlatırdım gıdım gıdım kaçağa düştüğümüz yetmişbirden güneş mi sündürmüş batarken kızıllık mı katlamış defalara bu nasıl şehir kalın romanların hayallenip döküme girdiği yer günlerce yürüsen bitmez tükenmez sade dilberlerine baksan yeter mi soluk köprüler köprüler kesme taşların ardında ayin sesleri her köşeye sıkışmış konular çabalamada best-sellerin elleri ne biçim çatı kurmuşlar sana sen petersburg en güzel şiirini yazmak her şehrin en güzel sevdasını yaşamak değil en içli sevdasını yaşamak dokunmamak ilk yürek öğretmenim ilk doktrin hocam her gün binlerce çeşit yemek pişerdi sanki mutfağında gözlerin çeşni dudakların biber yanakların örfi idare çar devrinin lezzeti nuh’un çorbasıydı patates kaynayan kazan polaristi en güvendiğin yıldız her sözüm yapışıyor ordan kopya çekiyorum derdin hatta dünya dışı birini bulup göndersem literatür casusluğuna belki de zaman da oradadır donmuş haliyle rus çeliği yaman olur orak olur yontarız alabildiğince ve çocukluğun tutar unuturdun analığı tepinir gülerdin biliyor musun griye çaldığında gözlerinin yansıması derelerin bulanık akması gibi deliye bir gelip bir gidiyorum tutunduklarıma hep beyaz hep beyazlar kalmış karlar ülkenden hatıralarımda netleşsin diye gülüşlerin şimdiki zamanımdan karalar çalıyorum odak noktama kasım |