Ben Hemithea...Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Eşim ve ben Bozcaada aşığıyız.Evlendiğimizden beri her yıl yaz tatillerimizi orada geçiriyoruz.Özellikle Bozcaada’nın mitolojik hikayelerine duyduğüum ilgi bu şiiri yazmama sebep oldu...
Küçüktüm daha...
Annemin cesedini yaktıklarında... Bir elimi tutumuştu ağabeyim Tenes... Babamın gözünde bir damla gözyaşı... Parmaklarını dolaştırdı saçlarımda... O gün çocukluğumu kaybetmiştim ben... O gün... Yani annemin cesedini yaktıklarında... Kral Kiknus’un iki evladından biriyim ben... Adım Hemithea... Her kral ve kraliçenin kızı gibi nazlı yetiştirdiler beni.. Babam Kiknus’un güzeller güzeli annem Prokleiyla’yı deli gibi sevdiğini sanmıştım... Ama yanılmıştım... Yanıldığımı... Annemin yakıldığı ve çocukluğumu kaybettiğim o gün... Babamın yanından ayrılmayan... Philonome’nin gözlerinden anlamıştım... Daha soğumamıştı annemin bedeninin külleri... Evlendiler babam Kiknus ve kötü kalpli Philonome... Kötü kalpli bu kadının... Kendisine göz koyduğunu söyleyince ağabeyim... Korkmuştum... Tapınaklara gidip birer birer... Tanrıların bizi koruması için adaklar sunmuştum... Ne Tanrılar duydu sesimizi... Ne de babam Kiknus... İnanmadı yeni gözdesinin... Ağabeyime iftira attığına... Karşı çıktım o yaşta babama... “Yalan” dedim. “Yalan söylüyor annem yerine koyduğun kadın.” Duymadı bizi... Ve Boğazın serin sularına bıraktı... Bir sandık içinde ikimizi... Bir tek dedem... Denizler Tanrısı Poseidon duymuş olmalı ki ağlamamı... O yardım etti bize... Bir kıyıya ulaştığımızda sabah... Güneşin ışıkları ıstırken soğuktan donmuş bedenlerimizi... Leukophrys halkı... Bağrına bastı bizi... Bizi sevdiler... Öyle sevdiler ki... Leukophrys halkı... Adalarına ağabeyimin adını verdiler... Öyle mutluyduk ki adamızda... Pişmanlıkla dönen babam Kiknus’u bile... İstemedik adamıza... Tenes kestiğinde elindeki baltayla babamı getiren gemilerin halatlarını... Ben vardım yanlarında... Ve eski Leukophrys şimdiki Tenedos halkı... Kapkara günler geldi birden... Kıyılarımıza binlerce gemiyle uyandık bir gün... Koştum... Ağabeyim Tenes’in attığı taşlar kadar... Ben de taş attım Agamemnon’un ordusuna... Ama sonra kaçtım... Sadece kardeşimin bildiği... Mağaramıza sığındım... Saatler miydi günler miydi geçen?.. Bir gölge belirdi birden... Seslendim: “Sen misin Tenes?” Yabancı bir sesti mağaranın kapısından gelen... “Kimsin?” dedi. “Kimsen çık ortaya, sen çıkmazsan emin ol bulurum seni.” Korktum... Çıktım saklandığım yerden... Birden... Gözlerimi alan bir ışık... Omuzuna dökülmüş altın gibi saçları... “Ben Akhilleus” dedi.” Sen kimsin? “Hemithea” dedim. “Kiknus kızı Hemithea...” Elini uzatıp... Yere bakan başımı kaldırınca Akhilleus... Bakışlarından alamadım bakışlarımı... Ve nasıl olduğunu anlamadım... Yemin ederim bilmiyorum nasıl yaptığımı... Uzattım düşmanıma, Daha önce kimsenin öpmediği dudaklarımı... Ağabeyim Tenes... Bizi bulduğunda... Çoktan işlemiştik o büyük günahı... Bağırarak saldırdı Akhilleus’un üzerine Tenes... Boğuştular... Ben yalvardıkça durmadı ikisi de... En son yere düşüp bayıldığımda... Akhilleus’un kılıcıyla can veriyordu Tenes... Karşı kıyıda ateşler yükseliyor... Yanıyor Troya... Can veriyor bebekler Agamemnon’un ordusunun ayakları altında... Ve dediler ki... Ölmüş Akhilleus... Kendisini topuğundan vuran... Bir Truvalı’nın ölümcül okuyla... Ben Hemithea... Kral Kiknus ve Kraliçe Prokleiyla’nın nazlı kızı.. Annemin cesedinin yakıldığı o gün... Çocukluğunu kaybeden ben... Hayatta en sevdiğim kişiyi... Ağabeyim Tenes’i... Ve masumiyetimi verdiğim... Altın saçlı Akhilleus’u kaybeden ben... Karşı kıyıdan yükselen alevlere bakıp... O alevlerde... Yaşama isteğimi kaybettim bugün... 28/12/2011 İstanbul, Akşam üzeri |