SUSKUN OZAN
SUSKUN OZAN
Suskun bir ozan yaşar bu şehirde Oysa ne şehir sığar ona Ne de o,bu şehre... Eski bir palto ve çizgili bir yüz Hatıradır ona yıllardan Yanık ve talan yıllardan. Bu uzayan kaldırımlarda Bu insan seli içinde Tekti yüreği ile. Oysa, Yüreğiyle yığınlara bedeldi. Sevdayı ve kavgayı Yudumsuz içmişti Hazan eylüllerde Kimsesiz sonbaharlarda sürgün edilmişti Bu yanık ve sönük diyarlara... Suskun bir ozan yaşar bu şehirde Susarsa asalet konuşursa adalet Filizlenirdi baharda ve böylece anlam kazanırdı bahar Bu yanık topraklarda Durursa göl yürürse sel olurdu. O her ateşte kül olurdu Ve uçardı insanlık toprağına. Yağmur olup bereketi getirirdi. Buğday yüzlü insanları sevindirdi; böylece Tanrıcalar bile kıskanırdı onu. O ise; Yüzünde sürgünlüğün bilgeliği Ve hala heyecanlı olan yüreği ile Toprağı terbiye ediyordu yarına dair. Gece hüznünü devralırken Dama çıkıp hikâyeler anlatırdı yıldızlara Sazını alır bakar ve önce ağlardı. Çalamasın diye sevda türkülerini Başparmakları kesilmişti. Yeniden yeniden denerdi notaları Çalmayı da basardı sonunda Melekleri bile ağlatan yanık türküsünü O zaman yüzü biraz yumuşar ve gülerdi Bir gün bir genç geldi küçük odasına Amca dedi Neden önce ağlar sonra gülersin? Dinle! Evlat dedi ağır ağır Bilir misin kardelenin hikâyesini Hani o başını karların arasından çıkaran O direncin çiçeği ona benzediğim için gülüyor Ama onu bulamadığıma ağlıyorum dedi. Bundan sonra o genç ağladı: |