Zamanın sesi
sen yüzünü yıldızlara adamışsın
her baktığım şey ellerin kokuyor çatlamış bir alın eller toz toprak köşede kıs kıs gülen biri oturmuş kahvesini içmekte zamansız, mekansız ve altı yerden gelen bir ses bırak diyor, dalı bırak, her demesinde daha çok tutunuyorum ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum kimse yokmuuu? yok kimse yok yıldızlar var, kayalar, uçurumlar, ağaçlar, sessizlik ve sen yani hiç... Ne zaman her şey olsa, yanıbaşında hiçlik bekler hep ne zaman unutsan sen, ben hatırlıyorum sen ellerini yitirmişsin yalnızlıkta yalnızlık; bir dilencinin son umudu yalnızlık; yıllardır resmedilmeyi bekleyen tablo Eyy göğsünde sonsuzluk taşıyan karmaşa ve korkudan özgürlük devşiren yolcu sen dumanların kalbini bilirmisin karıncaların hayalini düşen bir yaprağın son umudunu bilirmisin? Biliyorum parmak uçlarının uyuştuğunu sen yüzünü geceye adamışsın her duyduğum şey gözlerin kokuyor Ötelere uzanan bir düştü bizimkisi çatırdayarak gelen bir ses bu çalıların ardında gebe bırakan bir hayal yıllarca doğurmayacak o Rahminde dünyalar gizleyen kadın! doğur dünyayı yada oku gözlerimi bırakma durdur zamanı kır aynayı ayır koyunla kuzuyu özle bitmesin özlemin çocukluğuna ateşin dansıydı bu sonsuza yol alan bir geminin hareket etmesiydi itmesiydi bir dostun sevgilinin bir nefes almasıydı ve aldı ve itti artık yelken açtı gemi sonlu bir sonsuzluğa artık batmayacak hiç bir güneş batanlarla işim olmaz çünkü benim reddediyorum güneşi bu yüzden uyumuş bir kızın sesiyle seslen bana dokun sesime ağlasın tüm çiçekler karanlık hiç olmadığı kadar kararsın uyu ve büyüt düşlerini... İsmail Kır |