İyi dualar ezberleyin çocuklar Maneviyat sizi ayakta tutar Aç yatar tok kalkarsınız Doyurur sizi ucuz kahramanlıklar(!)
Ne tankımız olsun ne topumuz Göğsünüze iman doldurun, Biraz minare gölgesi, biraz davul tozu Yok düşmandan korkumuz(!)
Eğri oturup doğru konuşursak; Gördük Mavi Marmara’da Gösterdiler daha doğrusu Anında düşürüldü dokuzumuz Hepisini gömdük ruhuna Fatiha’yla!
Ne çok giden var arada Baharında ömrünün Dağda ovada, kırda bayırda Sayısını unuttuk düşenlerin Cenaze törenleri muhteşemdi...
Şu elin oğlu var ya Çoktan fethetti fezayı Bir koydu mu yerden göğe Gökten yere füzeyi Siliniriz yeryüzünden topumuz, Yedirirler hepimize Haketmediğimiz cezayı(!)
İşte biz, böyle inancına sadık, Maneviyatıyla Zayiatı yüksek bir toplumuz, Ya müslüman olmasaydık Ne yaptıysa elin oğlu Aynısını yapar mıydık?!
Onlar göğe el açıp kapamadı Bilime açtılar kapılarını Yaptıklarını müslümanlar yapamadı!
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
YA MÜSLÜMAN OLMASAYDIK? şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
YA MÜSLÜMAN OLMASAYDIK? şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
İyi dualar ezberleyin çocuklar Maneviyat sizi ayakta tutar Aç yatar tok kalkarsınız Doyurur sizi ucuz kahramanlıklar(!)
Ne tankımız olsun ne topumuz Göğsünüze iman doldurun, Biraz minare gölgesi, biraz davul tozu Yok düşmandan korkumuz(!)
Eğri oturup doğru konuşursak; Gördük Mavi Marmara’da Gösterdiler daha doğrusu Anında düşürüldü dokuzumuz Hepisini gömdük ruhuna Fatiha’yla!
Ne çok giden var arada Baharında ömrünün Dağda ovada, kırda bayırda Sayısını unuttuk düşenlerin Cenaze törenleri muhteşemdi...
Şu elin oğlu var ya Çoktan fethetti fezayı Bir koydu mu yerden göğe Gökten yere füzeyi Siliniriz yeryüzünden topumuz, Yedirirler hepimize Haketmediğimiz cezayı(!)
İşte biz, böyle inancına sadık, Maneviyatıyla Zayiatı yüksek bir toplumuz, Ya müslüman olmasaydık Ne yaptıysa elin oğlu Aynısını yapar mıydık?!
Onlar göğe el açıp kapamadı Bilime açtılar kapılarını Yaptıklarını müslümanlar yapamadı!
Şaban AKTAŞ 02.06.2012
Foto:Atlantis ve Mir Uzay İstasyonu
gÜZEL ŞİİRİR SEVEREK OKUDUM YÜREĞİNİZİ VE KALEMİNİZİ KUTLUYORUM SAYGILAR SELAMLAR
Eller ay'a gitti biz hala yaya yürümeye devam ediyorum, yasa ve kanunlarla kadınlarımızın onuruna leke sürülüyor, ayıplarını yasalarla süsleyen zihniyetler oldukça, bir adım ileri gitmemiz mümkün değil, adım adım karanlığa yürüyoruz ve halkımız hala uyumaya devam ediyor, "iyi uykular halkım" çokça şiirdi kutlarım hocam...
İnşallah o kuvvetli iman bağı ile bağlanmaya ve unutulmuşu hataırlatma devam ederiz... Hani unutulanlar hatırlandığında tazelenir ya duygular o misal... Yüreğinize sağlık selam ve dua ile...
Üstadım usta kaleme hiç yakışmadı istiklal harbinde topumuzmu vardı tankımız'mı vardı askerimiz'mi yeterliydi ne idi seyit onbaşıdaki güç kuvvet hangi baba yiğidin harcı ücyüz kiloluk topu namlıya sürmek,elbetteki iman elbetteki inanç. İnnan dört dinin mensuplarıda güçlerini inandığı dinden medeniyetten alır.selam dua ile gerçeklerle kalınız muhterem usta kalem.
Muhterem beni iktidar yanlısı olarak algıladıysan yanlış yapmış olursun benim ülke satanlarla işim olmaz, vatan hainlerine vatan satanlar lanet olsun diyorum saygılar.Bitirelim artık polemiği tadı kaçtı.
Aselsan’ın Önemi 1 Haziran 2012 | Yazar: cane® | Yorum Yok | 679 kez okundu Facebook'da Paylaş Twitter'da Paylas FriendFeed'de Paylaş Aselsan’ın Önemi
‘Herkes Kürtaj’ı konuşurken ASELSAN’ın % 51 i İsraile satıldı.”paylaşımları sanal alemi sallıyor. Ancak konuyla ilgili tek bir belge ortada yok. Dün gece saatlerinden itibaren yayılan ve paylaşa paylaşa büyüyen “Aselsan İsraillilerin oldu” tartışmalarına son noktayı herhalde AKP hükümeti koyacaktır.
Peki Aselsan’ın önemi ne?
Askerî Elektronik Sanayii 1975 yılı sonunda Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı öncülüğünde Vakıf Kuruluşu bir Anonim Şirket olarak kurulmuştur. Şirketin kurucusu Hacim Kamoy’dur. Yatırım çalışmalarını kısa sürede tamamlamış ve 1979 yılı başlarında Ankara Macunköy tesislerinde üretim faaliyetine geçmiştir.
ASELSAN, kuruluş yıllarından bu yana ileri teknolojiye dayalı olarak, programlı bir şekilde müşteri ve ürün yelpazesini genişletmiş olup, bugün modern elektronik cihaz ve sistemler geliştiren, üreten, tesis eden, pazarlayan ve satış sonrası hizmetlerini yürüten entegre bir elektronik sanayii kuruluşu haline gelmiştir.
ASELSAN, farklı yatırım ve üretim yapısı gerektiren proje konularına bağlı olarak Haberleşme Cihazları Grup Başkanlığı (HC), Savunma Sistem Teknolojileri Grup Başkanlığı (SST), Radar Elektronik Harp İstihbarat Grup Başkanlığı (REHİS), Mikroelektronik, Güdüm ve Elektro-Optik Grup Başkanlığı (MGEO) olmak üzere dört ayrı Grup Başkanlığı bünyesinde örgütlenmiştir. Ankara’da Teknokent, Macunköy ve Akyurt’ta yerleşik üç ayrı tesiste üretim ve mühendislik faaliyetlerini sürdürmekte olan ASELSAN’ın Genel Müdürlük teşkilatı Ankara Macunköy’de bulunmaktadır.
ASELSAN, profesyonel telsiz, PMR telsiz gibi sivil ürünlerini 2006′da kurduğu AselsanNET Ltd. Şti. aracılığı ile yürütmektedir. AselsanNET’in genel müdürlüğü Ankara’da olup, İstanbul, İzmir Bölge Müdürlükleri ve yurt çapına yayılmış olan bayileri ve yetkili servisleri ile satış ve satış sonrası hizmetlerini yürütmektedir.
Çeşitli ülkelerde temsilcilikleri bulunan ASELSAN, ilk yurtdışı şirketi olan ASELSAN-BAKÜ şirketini, 1998 yılında Azerbaycan’da kurarak faaliyete geçirmiştir.
İnanç ile bilgi aynı şey değil, inanç bilgisizlikten doğar! Bu nedenle eskiden varolan inançların çoğu bilmsel gelişmeye koşut olarak yeryüzünden ve beyinlerden silinip gitmiştir. Örneğin benim dedem Aya'a çıkıldığına inanmamıştı.TV'a da şeytan icadı demişti.Elindeki hurafe dolu yıldıznamelerde Ay'ın nur melâke olduğu yazıyordu.
Metafiziğe gelince, şu anda beyninin çok azını aktif olarak kullanabilen insaoğlu evrenin tüm sırlarını çözebilecek güç ve kudrete erişecektir zamanla.
Yalnız tek sorum var Aselsan'ın %51 İsraile satıldı mı satılmadı mı?
Üstadım kendinizi üzmeyin ben sizinle polemiğe girmedim,bilakis eklediğim yazılar çok değerli bilgilerdir. Bu değerli bilgileri açıklama fırsatı verdiğiniz için size minettarım. Sağlıcakla esen kalınız. Saygılarımla...
"Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."
- Kaynak: ATATÜRK, 1933, Milli Eğitim Bakanı Dr.Reşit Galip'e hitaben, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi
Bugün; 18 Mart 1915’te kazanılan Çanakkale Deniz Zaferinin 95’nci yıldönümüdür.
Çanakkale Muharebeleri; Birinci Dünya Savaşına istemeyerek giren ya da sokulan Osmanlı Devletinin; başlatmadığı ve istemediği bu savaşta, İngiliz- Fransızların oluşturduğu Emperyalist ittifakına karşı yürüttüğü meşru bir savunmadır.
Birinci Dünya Savaşına; çok fazla Hans öleceğine, Mehmetçik ölsün ve sonradan da Osmanlı toprakları kendisine kalsın düşüncesinden hareket eden Almanya’nın dayatması ve ülkemizdeki yandaşlarının yüzyılın başında yitirilen toprakların geri alınacağı kandırmacısı sonucu Osmanlı devleti bu savaşa katılmıştı.
Osmanlı Devleti; Kafkasya’da Rusların başlattığı muharebede; Sarıkamış bozgununa uğrayınca; Doğu Anadolu’yu ve Karadeniz kıyılarını Ruslara ve Ermenilere terk ederek, birliklerini Mısır seferi için Güney’e Süveyş Kanalı’na yöneltmişti.
Amacı; Süveyş Kanalını ele geçirerek, İngiltere’nin Sömürgesi Hindistan’la bağlantısını kesmek, böylece ikmal akışını durdurmak ve İngiltere’yi sıkıntıya sokarak, Almanya’nın işini kolaylaştırmak, ayrıca; olursa Mısır’ı yeniden Osmanlı topraklarına katmaktı.
Peki ya Doğu Anadolu ne olacak? Bu konu Türk Başkomutanını da pek ilgilendirmiyordu herhalde…
Buna karşılık; İtilaf Grubunun lideri durumundaki İngiltere de Süveyş Kanalının güvenliğini sağlamak ve Mısır’ı elde tutmak için, Osmanlı ordusunun bu bölgeden uzak tutulmasının planlarını yapmaktadırlar.
Ayrıca, Avrupa’da Almanya’nın karşısında; başarısızlığa uğrayan, iç bünyesinde de kargaşa yaşayan Rusya’nın yardım isteklerini de karşılamak istemektedir.
Rusya’ya yardım için de Çanakkale ve İstanbul boğazlarını aşmak gerekecektir.
Çanakkale boğazı I. Dünya savaşı sırasında iki blok devletleri için de yaşamsal önemdedir.
Savaşın başında Osmanlının tarafsız kalması İtilaf devletlerini memnun etmiş hatta 26 EYLÜL 1914’te boğazların tüm yabancı gemilere kapatılmasını önemsememişti. Ancak Osmanlı savaşa girince, İngiltere boğazlar konusunda ki asıl planını uygulamaya koymuştur.
Çanakkale’den geçen deniz yolu hem İstanbul’a hem de Rusya’ya gittiğinden, İstanbul’u ele geçirmek Osmanlı devletini bir an önce savaş dışı bırakmak ve Rusya’ya gereken yardımı yapabilmek; Osmanlının, Süveyş kanalına sefer yapmasını önlemek, Balkan devletlerini yanlarına çekmek için İngiliz ve Fransızların, Çanakkale boğazını zorlayacakları açıkça belli idi. Bunu bilen Osmanlı da daha 26 EYLÜL 1914’te bu boğazı tüm yabancı gemilere kapatmıştı.
Rusya’ya yardım için; İngiltere, müttefiki Fransa’yı ikna ederek, 1915 yılı başlarında, İtilaf Devletleri Bloğu için artık bir zorunluluk olan “Çanakkale Seferi”ni başlattı.
Böylelikle, Osmanlı’yı hassas yerinden vurarak, Kanal Bölgesindeki birliklerini geriye çektirecek, Çanakkale Harekâtı başarıya ulaşırsa; Osmanlı Başkenti ele geçirilip Osmanlı Devleti çökertilecek ve savaş dışı bırakılacak, Almanya- Avusturya Macaristan Bloğuna yeni bir cephe açılacak, Rusya’ya yapılacak yardımla da, Alman birlikleri Doğudan ve Batıdan sıkıştırılarak, savaş daha kısa sürede başarı ve daha az kayıpla bitirilecektir.
Çanakkale Seferinde kısa sürede başarı sağlanamasa bile Almanya’nın, Batı’dan bu bölgeye kuvvet kaydırması sağlanarak, Avrupa’daki gücü zayıflamış olacaktır.
Düşman, başlangıçta Çanakkale Boğazını donanmasıyla zorlamış, geçemeyince de şansını karada Gelibolu Yarımadasında denemiştir.
Gelibolu Yarımadasında yapılan çarpışmalar, bir Meydan Muharebesi değildir. Birer karış denebilecek dar topraklar üzerinde; binlerce onbinlerce, yüzbinlece insanın göğüs göğüse boğuşmasıdır.
ÇANAKKALE DENİZ MUHAREBESİ
Müttefikler, başlangıçta boğazı yalnız donanmayla zorlayıp, Marmara’ya geçmeyi, daha sonra da Karadeniz bağlantısını kurmayı planlamışlardı.
Modern Muharebelerde; zafer, harekât alanında, değişik harp vasıtalarını bünyesinde bulunduran, farklı kuvvetlerin, yani; kara, Deniz ve Hava kuvvetlerinin birlikte kullanılmasıyla elde edilebilir.
Tek başına bir kuvvetin muharebesi ile sonuç alınabilmesi imkânsızlık ölçüsünde zordur. Özellikle bir kıyısı Gelibolu Yarımadası, diğer kıyısı Anadolu sahili olan ve iki yakası arasındaki mesafe bir kilometreyi bulmayan bir boğazı yalnızca donanma ile zorlayarak aşmak, askeri taktik kurallarına terstir.
Çanakkale Seferi öncesinde Müttefikler; “Hasta Adam” olarak gördükleri Osmanlı Devletinin askeri gücünü, aşırı ölçüde küçümsemişler ve çok güçlü donanmaları karşısında, Türk sahil bataryalarının çok kısa sürede tahrip edileceği, dolayısı ile kıyıya asker çıkartılarak, kayıp vermeye gerek olamadığı biçiminde yanlış, değerlendirmeler yapmışlardır.
Belki de bu yanlış değerlendirmeye, Osmanlı Devletinin Balkan yenilgisi neden olmuştur.
Müttefikler, Çanakkale Boğazına kesin saldırı tarihi olarak, 18 MART 1915’i kararlaştırmışlardır.
Akdeniz Filosu Komutanı, Amiral Robeck, sabaha karşı 04.00’te donanmaya “Hazır ol emri” emrini vermiştir. Askerler, çağın en modern Zırhlılarında yerlerini almışlar, komutanlar güvertede oldukları halde, Bozcaada’dan hareket etmişlerdi.
İtilaf donanması, 18 savaş gemisi, 12 kruvazör, 27 muhrip, 12 denizaltı, 1 uçak gemisi, 2 hasta hane gemisi, 86 nakliye gemisi, 222 çıkarma gemisi, 42 uçak ile Çanakkale boğazını geçmeye girişti.
Bu gemiler, Akdeniz’de o güne dek görülmüş en büyük deniz gücü yığınağı idi.
İngiliz Komutan, kendi istihbarat raporlarına güvenerek bölgenin temiz olduğu rahatlığı içinde; aynı gece Hakkı Bey komutasındaki Nusrat Mayın Gemisinin döşediği 26 mayından habersiz olarak keyifle gemilerinin hareketini izlemektedir.
Önce boğaz kıyılarındaki tabyalar bombardımanla ezilecek ve akşama da İtilaf donanması Marmara’ya geçerek İstanbul’a doğru yol alacaktı.
Saat 10. 30 da sabahın ilk pusu kalkarken 10 savaş gemisi iki sıra halinde boğaza girdi. Yarım mil geriden gelen ve İkinci grupta yer alan Fransız gemileri de ilerlediler.
Boğazın iki yakasında mevzilenmiş top bataryaları dövülmeye başlandı.
Gemiler, Topçularımızın menziline girince şiddetli ateş altına alındılar.
Ve saat 18 sıralarında dünyanın en güçlü donanması, topçularımızın yoğun ve isabetli atışları ve Nusrat Mayın gemisinin Karanlık Liman’a döktüğü mayınların etkisi ile gemilerinin üçte birini kaybederek, geriye çekilmeye başladı.
Bu bir günlük çatışmada; Bouvet (BUVE), Ocean(OŞIN), İrresistibe, savaş gemileri ile iki muhrip, yedi mayın tarama gemisi batmış; Gaulois (Galova), İnflexible da dâhil olmak üzere yedi zırhlı görev yapamayacak duruma gelmiş ve donanma tümüyle bölgeden ayrılmıştı.
ÇANAKKALE KARA HAREKÂTI:
İngiliz ve Fransızlar, 18 Mart 1915’teki deniz bozgunundan sonra, Boğazın yalnızca, deniz gücüyle geçilemeyeceğini anlamışlardı.
Bu nedenle amfibik hareketin planlamasına giriştiler.
Bu sırada Türk Başkomutanlığı da Çanakkale bölgesindeki gücünü; yeni birliklerle destekleyerek, 5. Orduyu kurmuş, komutanlığına da Alman Generali Liman Von Sanders’i getirmişti.
5. Ordunun ihtiyatını oluşturan 19. Tümenin Komutanı ise Yarbay Mustafa Kemal idi.
Çanakkale Boğazının, yalnızca donanma ile geçilemeyeceğini anlayan İtilaf devletleri, kaybolan itibarlarını da göz önüne alarak, 25 NİSAN 1915’te General Hamilton Komutasında Gelibolu yarımadasına asker çıkarmayı kararlaştırdılar. (Fransızlar Kum Kale’yi hedeflediler)
24 Nisan’ı 25 Nisan’a bağlayan gece, Düşman çıkarma harekâtı başladı. Plana göre; Fransızlar Anadolu yakasına çıkartma yaparken İngilizler, Güneyden Anzaklar da Batıdan asıl kara harekâtını yapacaklardı.
İlk çıkarma; Seddülbahir ve Arıburnu bölgesine yapıldı. Çıkan düşman direnme ile karşılaştı.
Arıburnun'a çıkan düşman öncü birlikleri, sabah, Boğaza hâkim kritik kesim olan Kemal yerine ulaşmış, Conk Bayırı yönüne ilememektedir. Conk Bayırı'nın düşmesi ise muharebenin ilk günde kaybı demekti.
İngiliz birlikleri ilerlerken karşısındaki Türk bölüğünün ihtiyat takımı da çarpışarak geri çekilmekte idi.
Sabahın ilk saatlerinde; çatışmanın bu en kritik anında; çekilmekte olan ihtiyat takımı erleri, 19. tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal tarafından durdurulur.
Bundan sonrasını Mustafa Kemal’den dinleyelim:
[“Kaçmakta olan erlere; niçin kaçıyorsunuz?” dedim.
“Efendim, düşman” dediler.
Gerçekten de düşman avcı hattı karşı tepeye doğru serbestçe yürüyordu. Ben birliklerimi dinlenmeleri için geride bırakmıştım. Düşman bana benim askerlerimden daha yakındı. Ve düşmanlar, bulunduğum yere gelirlerse, birliklerim çok kütü duruma düşecekti.
O zaman artık, bir mantık yürütme dürtüsüyle mi? İçgüdüsüyle mi? Bilmiyorum. Kaçan askerlere; “Düşmandan kaçılmaz” dedim.
“cephanemiz kalmadı” dediler.
“cephaneniz yoksa süngünüz var” dedim. Ve bağırarak onlara süngü taktırdım. Onlar süngü takıp, yere yatınca, düşman askerleri de yere yattılar. Bu arada gerideki bölük koşarak geldi ve ateşe başladı.
İşte kazandığımız an bu andı.]
Conk Bayırı’nın harekât için önemini yüksek dehası ile gören Mustafa Kemal, üst komutanlardan onay alarak, müdahale etmenin çok geç olacağını değerlendirmişti.
İhtiyat görevinde bulunan kendi Tümenininin bir Alayı olan ve gece zorlu yürüyüşünü henüz tamamlamakta olan; 57. Piyade Alayı’nı koşturarak yanına getirmiş ve bu Alay’a; “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Bizler ölünceye kadar geçecek sürede yerimizi yeni komutanlar ve birlikler alabilir.” Emrini vererek; karşı taarruzu başlatmış ve düşmanı kıyıya kadar kovalayarak, savaşın kaderine etkili olmuştur.
57. Alay, Komutan’ın emrini yerine getirerek, görevini yapmış, ancak kendisi de nerede ise tümüyle yok olmuştu.
O gün müttefikler, 30 bin askeri karaya çıkarmayı başarmışlardı. Birliklerimiz, karşı taarruzla Anzakları küçük bir kumsala sıkıştırmıştı. Çıkarma birlikleri komutanı, geri çekilme izni istedi ise de Hamilton Muharebeye devam kararını sürdürmüştür.
Düşman, Seddülbahir ve Arıburnu'na yaptığı çıkarma harekâtını devam ettirmek için donanma desteğini ve o dönemde etkisi sınırlı olan hava gücünü kullandı ise de ilerlemeyi başaramadı. Ve Siper savaşları başladı.
Bunun üzerine; müttefikler, yeni bir istikametten harekâtı canlandırarak, Gelibolu Yarımadasını ele geçirmeye yöneldiler. Bu amaçla eski çıkarma bölgesinin kuzeyindeki, Suvla Limanı bölgesine çıkarma yaparak, Anafartalar hâkim arazisini ve sonra da Conkbayırı’nı ele geçirerek, Boğaz kıyısına inmeyi planladılar.
Bu durumu önceden çok iyi değerlendiren ve Müttefiklerin Arıburnu çıkarmasını başarı ile durduran Mustafa Kemal, Anafartalar dâhil bölgedeki tüm birliklerin emrine verilmesini istedi. Bu isteği başlangıçta Ordu Komutanlığınca; “Çok gelmez mi” diye küçümsense de sonradan kabul edilerek, 8 Ağustos 1915’te Anafartalar Grup komutanlığına atanır.
Artık Albay Mustafa Kemal, bölgesindeki tüm birliklerin komutanıdır.
Bundan sonra; Müttefikler, Albay Mustafa Kemal’in öngördüğü gibi, 9 Ağustos’ta Suvla Limanına Çıkarma yaparak, Rumeli Sahil Tabyalarını düşürmeye çalıştılar.
Ancak karaya çıkan düşman, ilki 10 Ağustos, ikincisi 21 Ağustos’ta iki karşı taarruzla püskürtülerek, Anafartalar’a sokulmamıştır.
10 Ağustos’ta çarpışmalar sırasında; bir şarapnel parçası, Mustafa Kemal’in kalbinin üzerindeki saati parçalamış ama yaşamı kurtulmuştur. Mustafa Kemal, aynı akşam bu saati hatıra olarak Ordu Komutanı Liman paşaya vermiştir.
Bu çatışmalarda İngiliz birlikleri binlerce ölü ve yaralı bırakarak geri çekilmişlerdir.
Ekim ayı başından itibaren, Müttefikler, çatışmayı yavaşlatmışlardı. Bu arada İngilizlerce, İki Tümen Selanik’e gönderildi. İngiliz Hükümeti, cephe komutanlığına; “ciddi hiçbir çatışmaya girilmemesi” talimatını verdi.
İngilizlerin yeni başbakanı Başlangıçtan bu yana Çanakkale Seferine karşıdır.
Artık taraflar, kıyı boyunca biri birlerini izler durumda savaşı sürdüreceklerdir.
Bunu anlayan ve düşmanın taarruz gücünün kalmadığını değerlendiren Albay Mustafa Kemal; Tüm cephe boyunca TARRUZLA düşmanı denize dökmeyi önerdi ise de Ordu Komutanlığını ikna edemedi.
Belki de Alman Komutan’ın- kendi ülkesinin lehine olarak- bu bölgede savaşın bitmesi işine gelmiyordu.
Bunun üzerine Albay Mustafa Kemal, görevinden ayrıldı. Ancak Ordu Komutanlığınca istifası kabul edilmeyerek, hava değişimi verildi.
Onlar da Mustafa Kemal’in zarar görmesini istememişlerdi.
Nitekim düşman, Aralık 1915’te gizlilik içerisinde ve hiçbir kayıp vermeden Gelibolu Yarımadasını boşalttı. Son düşman askeri de Ocak 1916’da bölgeden ayrıldı. Ve bu ‘Geri çekilme’ harekâtını savaş tarihinin başarı hanesine yazdırdı. Çünkü çok zor bir askeri harekâtı zayiatsız olarak sonuçlandırmıştı.
Türkler önemli bir fırsatı kaçırmışlardı. Alman Komutan da karşı taarruza izin vermeyerek, Almanya’ya zaman kazandırmıştı.
Çanakkale seferinin, birinci aşaması; 18 Mart günü doruk noktasına ulaşan müttefik donanmalarının bombardımanına karşın Çanakkale boğazının denizden
geçilemeyeceğinin anlaşılmasıyla son bulmuştu.
İkinci aşama ise; İngiliz ve Fransız ordularının Seddülbahir ile Kum kale’ye
Avustralya-Yeni Zelanda (ANZAK) Kolordularının Anzak kumsallarına 25 Nisan 1915'te
başlayan çıkarmalarıdır. 5 Haziran 'a dek süren bu aşamada, çok pahalıya mal olan İngiliz
birliklerinin yaptıkları çıkarmalarda bir miktar ilerleme kaydedilirken Anzakların
çıktıkları bölgede, arazinin engebeli oluşu ve inatla savunulması sonucu Anzak ilerlemesi
bir kilometreyi aşamamıştır.
Üçüncü aşamada; 6 Ağustos’ta Anzakların kuzeyi ve Suvla koyu'na yapılan ilave İngiliz çıkarmaları ile ayı anda hem yarım adanın güney uç noktasından, hem de Anzak bölgesinden girişilen saldırılar başarıya ulaşır gibi oldularsa da, yarma hareketinin olumlu sonuç vermesi üzerine, karşı karşıya olan hasım ordu da durağan bir siper savaşına kilitlenip kaldılar.
Dördüncü safha ise; Bölgenin tahliyesi idi 19-20 Aralık 1915 gecesi Suvla koyu ve Anzaktan, 8-9 Ocak 1916'da uç bölgesinden olmak üzere tüm operasyonlar sırasında tek bir can kaybı verilmeksizin, yarımadanın iki aşamada boşaltılması ile gerçekleştirildi.
1918 yılı sonunda varılan ateşkes anlaşması sonucu İngiliz Ordusu Yarımadaya tekrar geldi Ve savaş alanını hala gömülmemiş olan cesetlerden temizledi. Çok şiddetli çarpışmalarla geçen dokuz aylık sefer sırasında İngiliz Uluslar arası topluluğu 36 bin ölü vermiştir.
Yarım adada bulunan 31 savaş mezarlığında 22 bin mezar vardır. Ancak bunların yalnızca 9 bini tanımlanabilmiştir. Geriye kalan 13 bini ise teşhis edilemeyen mezarlarda yatmakta ve kalıntıları bile bulunamayan 14 bin kişi ile birlikte yarım adanın uç burnundaki İngiliz, Avustralya ve Hint anıt mezarlarında adları tek tek yazılmak sureti ile anılmaktadır. Ayrıca Tek Çam olarak adlandırılan bölgede Avustralya ve Yeni Zelanda asker isimleri 12 Ağaç ve 60 numaralı Tepe ve Conk Bayırı anıtlarında da Yeni Zelanda askerlerin isimleri yer almaktadır.
Çanakkale’de büyük zafer kazandık, ama bunu düşmanın üstün silahlarına karşı canımızı kanımızı ortaya koyarak kazandık. Bir neslin gürbüz gençliğini orada toprağa gömerek kazandık. Şehitlerimizle gazilerimizle isimsiz kahramanlarımızla kazandık.
Savaşma azmini anlatmak için Mustafa Kemal'in Günlüğüne not ettiği Çanakkale savaşlarındaki " Bomba Sırtı Olayı"nı sizlere kendi ifadeleri ile iletmek istiyorum:
"Tarih 14 Mayıs 1915 Düşmanla karşılıklı siperlerimiz arasındaki mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler tamamen şehit düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kursun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en küçük bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Bilenler yüksek sesle dualar okuyor ve cennete gitmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler ise kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor, ölüyor öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh gücünü gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir örnektir. EMIN OLMALISINIZ Kİ ÇANAKKALE SAVAŞLARINI KAZANDIRAN BU YÜKSEK RUHTUR.
CANAKKALE MUHAREBELERİNİN SİYASAL SONUÇLARI:
1. Çanakkale savaşlarının sürdüğü dönemde İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı Devletinin paylaşılması kapsamında İtalya’ya bazı topraklar vaat edilerek bu ülkenin Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna savaş açması sağlanmıştır.
2. İtilaf Devletlerinin Çanakkale’deki başarısızlığı, Bulgaristan’ı ittifak Devletleri safında yer almaya itmiş, böylece Almanya ile Osmanlı Devleti arasında bir köprü kurulmuştur. Bu durum savaşın ez iki yıl daha uzamasına yol açmıştır.
3. İtilaf Devletlerinin, Rusya'ya yardım ulaştıramamaları, Rusya'da mevcut krizi aşılamayacak boyutlara taşımış ve iç huzursuzluk artarak, Bolşevik İhtilalinin çıkmasına neden olmuştur.
4. İtilaf Devletlerinin yenilmezliği düşüncesi yıkılmıştır. Sömürgelerde bağımsızlık hareketlerine zemin hazırlanmış, Sömürgelerde direnişler başlamıştır.
5. İngiltere ve Fransa'da savaş karşıtı kamuoyu oluştu. İngiltere'de Liberal Hükümet yıkıldı.
ÇANAKKALE MUHAREBELERİNİN ASKERİ SONUCLARI:
Sekiz ay on dört gün süren Çanakkale savaşlarında gerek taraflarının kullandığı asker mevcudu, gerekse silah ve çeşitli savaş araçları sayılan değişik kaynaklarda farklılık göstermektedir. Aşağıda gösterilen sayılar ortalama değerleri taşımaktadır.
Çanakkale Cephesinde her İki tarafın savaşan asker sayısı toplamı bir milyona ulaşmıştır. İngilizler 410 bin, Fransızlar 79 bin olmak üzere yarım milyona yakın asker göndermişlerdir.
Türk tarafının mevcudu da bu sayıya yakındır.
Müttefiklerin savaş kayıpları: İngiltere: 205.000, Fransa: 47.000, Toplam: 252.000
Türk birliklerinin kayıpları: Şehit: 55.000, Yaralı: 100.177 Kayıp: 10.000
Hastalıktan ölen: 21.489, Toplam kayıp:251.359
Bu zaferle;
-Osmanlı Devleti "Hasta Adam" imajını silmiş.
-Türk Ordusu Balkan savası yenilgisinin ezikliğini üzerinden atmıştır.
Eğer Çanakkale geçilseydi
-Osmanlı Devleti daha savaşın başında çökerdi
—Anadolu çok daha önce işgal edilerek parçalanır, Türklerin durumu Sevr'de ön görülenden daha kötü olurdu.
Çanakkale Savaşlarının en önemli yönlerinden birisi de kuşkusuz, Mustafa Kemal gibi çağımızın en büyük Askeri ve Siyasi dehasının ortaya çıkarmış olmasıdır. Türk Milleti ve Ordusu, O'nun Conk Bayırın'da gösterdiği üstünlük ve cesaret Anafartalar’daki üstün yönetim gücü ve kararlığı sayesinde, Çanakkale Muharebelerinin kazanıldığına inanmıştır.
Bunun için denilebilir ki; Mustafa Kemal; Çanakkale'de Conk Bayırında- Kemal Yerinde doğmuştur.
Mustafa Kemal bu tarihten sonra, yavaş-yavaş adım-adım parlayacak, yükselecek, daha doğrusu kendisini büyük göreve hazırlayacaktır.
Yol uzun ama emin yoldur. Bu yolda duraklamalar da vardır. Ancak Mustafa kemal kendi hammaddesini kendinde Çanakkale’de Muharebelerinde bulmuştur.
Bu cevher; irade, mantıklı karar verme ve kararlarda isabet, bu kararlan azimle uygulama, kendine güven, büyük seziş yeteneği, gerektiğinde sorumluluktan kaçmamak ve engin yurt sevgisidir.
O bunları Çanakkale savaşlarında denedi ve kendinde olduklarına inandı ve onları yoğurdu. Bu deneme çok kanlı oldu ama bundan yine de kazancı oldu: "Savaştan nefret etti" ve hep barışı önerdi. "Yurtta barış Dünya’da barış" sözü bu savaşın bir sonucudur.
Müttefiklerin bakış açısından; deha sahibi, genç bir Türk komutanının o anda, o belirli noktada bulunması tüm Çanakkale Seferinin en zalimane rastlantılarından birisiydi. Aksi halde, Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar o sabah Conk Bayırını alabilirler ve böylece muharebenin kaderi de orada ve o anda çizilmiş olurdu.
Mustafa Kemal; Çanakkale’de savaşıp Ölen düşman askerlerini de dostumuz ve evladımız olarak yıllar sonra bağrımıza basmıştır:
“Bu Memleketin toprakları üstünde kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli Kahramanlar!
Burada bir dost vatan toprağındasınız.
Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz.
Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.
Bu birikim inanç, O'nun Kurtuluş Savaşı gibi çok kritik zaman sürecinde Türk Ulusunun kötü talihini yenmesine olanak sağlamıştır.
Aziz Şehitlerimiz!
Gözlerimiz yaşla, kalbimiz sevgi ve saygı ile dolu olarak aziz hatıranızı anıyoruz.
Siz gözlerinizi bu vatana kazandırdığınız bir zaferin üzerine kapadınız.
Çanakkale'de kemikleriniz, kayalardan örülmüş, sarp yalçın dağlar gibi bir abide kurdu.
İnanınız; ta içimizden söylüyoruz. Sizin Muzaffer Şehitliklerinizi, esir bir vatanın toprakları kuşatmayacaktır.
Ruhlarınızı, hatıranızın güzelliği ve kutsallığı içinde yıkadık.
Size yemin ediyoruz sizden aldıklarımızı, Vatana karşı görevlerimizi yaparak ödeyeceğiz,
Görevimizin başındayız. Size layık olmaya çalışıyoruz.
Kanlarınızın bedeli bu aziz vatan, ebediyen Türk vatanı olarak nesillerden nesillere devredilecektir.
Ruhlarınız şad olsun!
1. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi: Prof. Dr Ergün Aybars
2. Türk Devrimi: Suna KİLİ
3. Türk Devrim Tarihi, Prof. Dr. Ahmet MUMCU
4. Diriliş, Turgut ÖZAKMAN
Gönderen AHMET AVCI zaman: Çarşamba, Mart 17, 2010
Türk Milleti; Kurtuluş savaşına başladığımızın onbeşinci yılındayız. Bugün, Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu, en büyük bayramıdır. Kutlu olsun. Yurtdaşlarım, Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk Kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir. Buradaki muvaffakiyeti Türk miiletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkarane yürümesine borçluyuz.Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzun, dünyanın en mamur ve medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizde zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil; asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nisbetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sa'natları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını güzel san'atlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besliyerek inkişaf ettirmek, milli ülkümüzdür. Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak olacaktır. Bugün, aynı inan ve kat'iyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin, büyük milletinin, büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ile, atinin yüksek medeniyet ufkunda, yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti; Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük bayramını, daha büyük şeıeflerle saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı, gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene.! Mustafa Kemal Atatürk
Üstadım mevzu Atatürkün dehası değil Atatürk tartışılmaz dehaya kabiliyete sahip olduğu ilahi bir vakadır.Atamızın hayatındaki 19 sayısının olması dahi ilahi hikmettir,mevzu inanç ve iman seyit onbaşı kalan tek top mermisin göğüsteki iman ve aldığı güçle namlıya sürdü o anda yanında bir arkadaştan başka kimse yoktu hatta Atatürk büyük kumandan bilie yoktu sadece damarında dolaşan asil kan ve göğsündeki imandı.saygılarımla.
Ankara'dan Cephe Kumandanlığına gönderilen şifre (Millî Mücadele senelerinden sonra da uzun zaman Atatürk'ün yaverliğini yapmış bulunan Muzaffer Kılıç, 30 Ağustos ve ona takaddüm eden günlere ait hatıralarını anlatmıştır. Atatürk'ün uzun seneler yanından ayırmadığı eski ve değerli yaverinin aşağıda okuyacağınız hatıralarında o günlerin heyecanını bulacağınız gibi, henüz duyulmamış ve ilk defa söylenmiş vakıalara da tesadüf edeceksiniz.) ''Sakarya'da hezimete uğrayan düşman Akşehir - Afyon hattına çekilmişti. Başkumandan şimdi de bir imha taarruzu yapmak fikrindeydi ve bu taarruzun tam bir sevkülceyş ve tabya baskını şeklinde yapılabilmesi için her şeyi ince ince, uzun uzun hazırlıyordu. Başkumandanın bu fikrine bazı kumandanlar iştirak etmiyorlardı. Eldeki imkânlarla böyle bir taarruzun şimdi muvaffak olacağından şüpheli idiler. Son görüşmeler, bir askeri şûra halinde Akşehir karargâhında yapıldı. Fevzi Paşa da hazır bulunuyordu. Başkumandan haziruna yüksek bir sesle fikirlerini izah etti. Buna rağmen İkinci Ordu Kumandanı aksi kanaatini değiştirmemişti. Bir ara dışarıya çıkan sayın Garp Kumandanının yüzü, neşeli mizacının aksine pek üzüntülü ve endişeliydi. Sebebini sordum... Mânidar bir tebessümle müzakerelerin cereyan ettiği mahalli işaret etti ve başka bir şey söylemedi.
Başkumandanın endişesi Başkumandan, Trakya'da bulunan düşman kuvvetlerinin büyük teşkilât yaptığını, bunların Anadolu'ya getirilmek üzere olduğunu ve teşkilâtın başında bizzat Yunan ordusu Başkumandanı Hacı Anesti'nin bulunduğunu biliyordu. Mütâleasında bu noktaları tebarüz ettirirken zamanın beklemeğe tahammülü olmadığını da kaydediyordu. Teşebbüsü düşmana bırakmadan derhal hareket kararındaydı. Filvaki, hakikate kâfi miktarda ikmâl levazımı, cephane ve topçu mermisi mevcut değildi. Başkumandan, hali hazır şartlarla da bu taarruzun muvaffak olabileceğini plânlaştırmıştı. Cepheye hareketinden evvel Ankara'dan Garp Cephesi Kumandanına gönderdiği şifrede, mealen şöyle diyordu: Derhal harekete geçilecektir ''Cephane ve malzeme kifayetsizliği ile diğer levazım kifayetsizliğini takdir ediyorum. Ancak fazla beklemek aleyhimizde olur. Bütün mesuliyeti üzerime alarak Konya üzerinden hareket ediyorum. Başkumandanlık emrindeki bir miktar parayı mübrem ihtiyaçlar için Milli Müdafaa emrine bıraktım.'' Bu mahrem şifrenin son cümlesi şöyle bitiyordu: ''Derhal harekete geçilecektir.'' Bu kat'i ve sarih bir emirdi. 25 Ağustos 1922... Afyon'un takriben 20 kilometre cenubunda, Şuhut kasabasında bir köy evinin ikinci kat sofrası. Başkumandan petrol lâmbasının ışığında mütevazı akşam yemeğini yerken; bir gün evvel cephe topçu kumandanından topçu guruplarımız hakkında edindiğim malûmatı kendilerine arzediyordum. Ateş kesafetinin 3-4 saat devam edilebileceğini, yalnız plânlı mânia ateşine lûzum görülmediğini söyledim. ''Mânia ateşini de onlara bırakalım'' dedi. Saat 10'a geliyordu. Vazulceyş haritasını istedi. (Tarafların arazi üzerindeki vaziyetlerini gösterir harita) Bilhassa düşmanın yarma merkezi sikletinin bulunduğu noktalardaki tahkimat ile, kuşatmayı yapacak süvari kolordusunun geçeceği Ahırdağ geçidinin vaziyetini gözden geçirdi. Aynı zamanda Eskişehir- Afyon arasında, Döğer mevkiinde bulunan düşman ihtiyatları üzerinde dikkatle durup haritayı tetkik ediyordu. Döğer'le Dumlupınar arasını ölçmemi emretti. Elindeki kalemle bir iki defa bu noktaya vurarak: ''- Döğer... Döğer... Fakat dövemeyecekler... Bu kuvvetler hareketsiz kalmaya mahkûm.'' dedi ve bana dönerek: ''Haritaları topla. Hareket ediyoruz!'' emrini verdi.
25 Ağustos gecesi 25 Ağustos 1922, gece yarısı... Başkumandan Kocatepe'nin eteklerinde, çadırlı ordugâhta... Çadırlarda petrol ve mum fenerleri... Ordugâhın önünden küçük bir dere akıyor. Su şırıltıları, gecenin koyu sessizliği içinde gayet vazih... Mahrutî bir asker çadırındayız. Başkumandanın karşısında, hazırol vaziyetinde duruyorum. - Emriniz Paşam! - Hazır mıyız! diyor. Sonra henüz bozulmamış portatif karyolasının üzerinden tabanca kemerini alıp kuşanıyor. ....... Muzaffer Kılıç, sol eliyle alnını kırıştırmakta... Anlıyorum ki hatıralar gitgide yakınlaşmakta, canlanmaktadır. Anlatma tarzını değiştirmesi de bunu gösteriyor. Sanki o anı yaşıyormuş gibi... Dikkatimin farkına vardı ve tekrar nikaye etmeye başladı. - Eldivenleri elindeydi: Tıraş olmuştu. Çadırdan çıktık. Ortalık zifiri karanlıktı. Petrol ve mum fenerlerinin titrek ışığı altında; Başkumandan Kocatepe'ye çıkmağa başladı. Öne doğru fazlaca eğilerek yürüyordu. Arazi ârızalı olduğu için, ağır ağır ilerliyorduk. Nihayet zirveye eriştik. Başkumandan karanlıklara nüfuz eden bakışlarıyla ileriye bakıyordu. ''Allah Türk milletini ve ordusunu siyanet edecektir'' dedi. Bu hitap ilâhî bir ilhamın ruhlarındaki tecellisi idi. Sabah saat 4-4.30 sıraları... Alaca karanlık... Başkumandan filâması Kocatepe'ye dikilmiştir. Etrafını ordu ve kolordu filâmaları çeviriyor. Artık ne haritaya bakılıyor, ne bir emir veriliyor, ne de konuşuluyor... Burası büyük karargâhtır ve konuşma sırası topçularımızındır. Bir saat sonra... Topçu ateşe başlıyor. Saat 5.30... 26 Ağustos sabahı... Başkumandan tarassut dürbününün başında düşman tahkimatına bakmak üzereyken, topçumuz ateşe başlıyor. Şu anda Mustafa Kemal'i Ankara'da ecnebi mümessillere verilen bir ziyafette sanan düşman için ne acı bir sürpriz. Saat 6... Topçularımız tesir ateşine geçiyorlar. Şarapnellerin yerini ihtiraklı tane ve tahrip mermileri almaktadır. Piyademiz siperlere yaklaşmak üzere. Düşman topçusu mânia ateşine başlıyor. Topçularımız tahrip ateşiyle düşman tahkimatını havaya uçuruyor. Kalecik sivrisi yanmaktadır. Fakat topçularımızda bir endişe... Tonlarca cephane su gibi akıp gitmektedir. Bir aralık cephane vaziyetini soran Başkumandan da, aldığı cevaptan üzüntülü... Büyük bir soğukkanlılıkla emrediyor: - Tek mermi kalıncaya kadar ateşe devam edilecektir! Sonra şöyle devam ediyor: - Cephane ikmâlimizi düşmandan yapacağız. Son raporlar geldi mi? ''Yarın öğleden sonra Afyon'dayız!'' Saat 9... Yarma hareketi kısmen muvaffak oluyor. Çiğil tepeden maâda bütün istinat noktaları elimizde... Fakat düşman henüz Afyon ovasına dökülememiştir. Çiğil tepede düşman mukavemet ediyor ve müdafaası sertleşiyor. Siperler muttasıl el değiştirmekte... O kadar içiçeyiz ki, topçu müdahale edemiyor. Topçu, ancak takviye kuvvetlerinin yardımına mani olabiliyor. Başkumandan, Döğer'deki düşman ihtiyar grupu hakkında acele malûmat istiyor ve sabırsızlanıyor. Verilen cevaptan memnun. Mukavemet eden Çiğil tepeyi takviye için ihtiyat kuvvetlerimizin yanaşmasını emrediyorlar. Kuşatmayı yapan Süvari Kolordumuz güçlükler Ahırdağ geçitlerinden geçmektedir. Akşam olmak üzere... Çiğil tepenin bir an evvel alınmasını emrediyor. ''Gece olmadan tepe elimize geçmelidir!'' Buna muvaffak olamayan bir fırka kumandanı intihar ediyor. Başkumandan çok üzüntülü. Etrafına bakarak: - Yarın öğleden sonra Afyon'da olacağız! diyor. Herkes birbirinin yüzüne şüphe ve tereddütle bakmakta... Birinci Ordu Kumandanı: - Paşam çok yoruldunuz. Yarın mühim ve hayatî kararlar vereceksiniz. 1-2 saat uyuyunuz, teklifinde bulunuyor. Hava kararmış, Çiğil tepe henüz alınamamıştır. Bu vaziyette yarın öğleden sonra Afyon'da olacağımıza kimse inanmıyor. Fakat, ertesi günü şafakta başlayan taarruz, düşmanı Çiğil tepeden de atmış, mağlûp kuvvetler Afyon ve Sincanlı ovasına dökülmüştür. Başkumandan öğleden sonra Afyon'a geliyorlar. Muharebe mevzi harbinden, harekât harbine intikal etmiştir. 28-29 Ağustos...Başkumandanın verdiği emirlere göre, düşman takip edilmekte ve sıkıştırılmaktadır. Mustafa Kemal'in evvelce tasarladığı yerde, düşmana son darbe indirilecektir.
Nihayet 30 Ağustos 30 Ağustos... Başkumandan Afyon'da, Balmahmut'ta Birinci Ordu Karargâhına geliyor. Son keşif raporlarını harita üzerinde tetkik ettikten sonra, Dumlupınar civarında bulunan 4'üncü Ordu karargâhına hareket ediyor. Vakit ikindi üzeridir. Büyük asker Kolordu Kumandanına soruyor: - Beyefendi, teşebbüs ve kararınız nedir? - Paşam, yürüyüş halinde bulunan fırkamızın muvasalatı ile taarruza geçmeyi düşünüyorum. - Düşünmeğe vakit yok. Güneş gurup etmeden kat'i neticeyi almak lâzım. Aksi takdirde düşman kısmı küllisi Murat dağları eteklerinden ve Kızıltaş vâdisini takiben çekilebilir. ''Burası Başkumandan Karargâhıdır.'' Derhal otomobiline bindi ve bugün Zafertepe dediğimiz mahalle doğru inmek emrini verdi. Bu esnada 1'inci Ordu Kumandanı ikaz etti: - Paşam, ateş hattına iniyorsunuz! - Zatı devletiniz burada kalınız! Ve hareket etti. Bir fırkanın topcu mevzileriyle avcı siperleri arasında, düşmanın müessir topçu ateşinin bulunduğu bir yere indi. Fırka Kumandanına: - Burası Başkumandan Karargâhıdır! dedi ve derhal emirlerini vermeye başladı. Topçumuzun himayesinde piyade birliklerimiz, düşmanın kısmı küllisinin bulunduğu yığıntıya yanaşıyor; Başkumandan ayakları tamamen kısaltılmış bir batarya dürbüniyle harekâtı takip ve idare ediyordu. Düşman topçusunun mermileri çok yakınlara düşüyordu. Başkumandan sigarasını içiyordu. Güneş guruba yaklaşıyordu. Bir aralık başını çevirerek: - Güneş topçumuzun rüyetine mani oluyor. Fakat biraz sonra süngülerimize vuracağı akisleriyle düşmanın rüyetini tamamen kesecek, dedi. ''Allah! Allah!'' Az sonra ''Allah! Allah!'' sesleri işitilmeye başladı. Hücum eden piyadelerimizin süngüleri, güneşin kızıl hüzmeleri altında yalımlar yapıyorlardı. Hayret ediyordum... Her şey sanki onun iradesine bağlıymış gibi, ne derse o oluyordu. Bu anda Başkumandanın yüzünde, görülür bir ıstırap ifadesi vardı. Allah! Allah! diyerek çığ gibi düşmanın üzerine devrilen binlerce askerin ölümü istihkar edilişleri, onun insan kalbini tesiri altına almıştı. Yanan sigarasını yere attı ve düşman ateşine aldırmadan siperde doğruldu? Bu kalkış sevdiği ve üzerine titrediği askerlerinin manevî huzurunda bir ihtiram vazifesi idi. Askerlik sanatının büyük dahisi, büyük strateji, harpten ve kandan açıkça nefret ediyordu. Gözleri nemlenmişti. Güneş ufukta kaybolmak üzereydi. Eliyle muharebe sahasını göstererek: - Hacı Anesti! Mağrur kumandın! Neredesin? Gel, ordularını kurtar... diye bağırdı. Savaş meydanında Ertesi günü, sabahın erken saatlerinde Başkumandan Mustafa Kemal muharebe meydanını dolaşıyordu. Gördüğü manzaradan müteessir ve muztaripti. Binlerce düşman cesedi ve birbiri üstüne yığılmış yüzlere topçu hayvanı, terkediliş toplar, cephaneler... Bu elim manzarayı bir müddet seyrettikten sonra: - Bu manzara insanlığı utandırabilir! dedi. Fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk. Türkler başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler... Biraz ileride, topların arasında yerde bir Yunan bayrağı terkedilmiş, duruyordu. Gözüne ilişti. Eliyle bayrağı işaret ederek: - Bir milletin istiklâl alâmetidir. Düşman da olsa hürmet etmek lâzımdır. Bayrağı oradan kaldırıp topun üzerine koyunuz! dedi. Düşman kumandanları - Getirdiler mi? Uşak'ta, büyük beyaz yağlı boyalı bir evin 3 üncü kat salonunda, üzerinde cephe haritası bulunan tahta bir masanın önünde oturan Başkumandan soruyordu. Getirilecek olanlar, düşman ordusu Başkumandan Vekili General Trikopis ve General Diyenis isminde bir başka ordu kumandanıydı. Kapıdan, üst baş toz toprak içinde, göğüslerinde 3-4 sıra muhtelif nişanlar bulunan iki esir general girdi. Her ikisi de hazırol vaziyete geçerek selam verdiler. Başkumandan ağır ağır ayağa kalktı. İkisinin de ellerini sıktı ve yer gösterdi. Esir kumandanlar gösterilen yere, düşünceli, ürkek bir vaziyette oturdular ve başlarını önlerine eğdiler. Başkumandan, önündeki haritaya bakarak, her iki generale de harbin tarzı cereyanı hakkında bâzı sualler sordu. Cevaplar aldı. Trikopis'in, ''Bu âkibeti hiçbir zaman tahmin etmiyorduk'' şeklindeki beyanı, düşmanın nasıl gafil avlandığını açıkca gösteriyordu. Başkumanda bir ara, Döğer'de bulunan büyük ihtiyat gruplarının niçin Dumlupınar sırtlarına çekilmediğini General Trikopis'ten sordu ve bunu ''büyük bir askerî hata'' olarak vasıflandırdı. General Trikopis'in, ihntihar etmediği için müteessir bulunduğu şeklindeki beyanı üzerine de Mustafa Kemal: - Fazla teessüre kapılmayın. Büyük bir asker olan Napolyon da bu âkibete düşmüştür, dedi ve maiyetine dönerek: - Yıkansınlar, istirahat etsinler. Emniyet altında bulundurun, diye emirler verdi. Geçmiş gün, zannedersem, kılıçlarının da iadesini emir buyurdular. Sayın Muzaffer Kılıç, hatıratının burasında durdu. Sonra ağır ağır: - Türkün şeref ve istiklâli bu büyük meydan muharebesinde kurtulurken, Lozan'ın ve büyük inkılâpların temeli de burada atılmış oluyordu. Bu büyük zaferi hazırlayan ve yaratan Başkumandanımızın manevî huzurunda ve bu uğurda canlarını veren aziz şehitlerimizin önünde şükran ve minnet hisleriyle doluyum... dedi. Göz pınarlarında iki damla yaş vardı. Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Atatürk, Türk Milletinin yetiştirdiği en eşsiz siyasi deha, en güçlü devlet adamı ve hiç şüphesiz en büyük kumandandır. Gerek doğuştan sahip olduğu yetenekler, gerekse yaşamı boyuna edindiği özellikler açısından, çok üstün ve seçkin niteliklere sahiptir. Onun üstün askeri dehası; ileriyi görebilme, isabetli kararlar verebilme, cesaret, kuvvetli bir irade, azim, kararlılık ve güçlü bir sorumluluk anlayışı gibi özelliklerle kendisini gösterir. Onun bu askeri ve siyasi dehası, tüm dünya tarafından da tartışmasız kabul görmüştür.
Hayatının önemli bir bölümünü savaş meydanlarında geçiren Atatürk, hiçbir zaman yenilgiyi tanımamış ender komutanlardan biridir. Türk Milleti bu açıdan, insanlık tarihinde nadir olarak ortaya çıkan eşsiz kahramanlardan birine sahip olma ayrıcalığına sahiptir. Annesinin karşı çıkmasına rağmen askerlik mesleğini tercih eden ve bu alanda eğitimine başlayan Atatürk, gittiği her okulda üstün bir başarı sergilemiştir. Yakın arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, Atatürk le nasıl tanıştıklarını şöyle anlatır: Perşembe günü akşam yoklamasında dahiliye zabiti beni aldı, birinci sınıf, birinci bölük, birinci takım, birinci mangasına götürüp çavuşa teslim etti. Bu çavuş M. Kemal di. O anda gözüme çarpan hususiyet üniformasının temizliği, itinalı giyimi, hal ve tavırlarında sezilen, karşısındakine saygı telkin etmek isteyen, askerlere mahsus o tarif edilmez hakim duruşu...Herhalde o çavuşluk hüviyetini doldurmak isteyen müstesna bir hal ve tavır.
Atatürk ün askeri dehasının temelinde, kendini geliştirmek için gösterdiği sürekli ve yoğun çaba yatmaktadır. Örneğin,1909 yılında, subayların meslek bilgilerini artırmaları için askeri bir eser yayınlamaları gerekli görülmüştü. Mesleğinde yükselmeyi ve başarıyı hedefleyen Atatürk, Alman generali Litzmann ın Takımın Muharebe Talimi adlı eserini Türkçeye çevirerek, 23 Şubat 1909 da Selanik te yayımlamıştır.