ALLAH BİR AKIL VERMİŞŞiirin hikayesini görmek için tıklayın HZ. ALİ’NİN MUCİZELERİ -1
ZUHURUNDA PUTLARIN YIKILMASI 1- Hazret-i Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” tan nakledilmiştir: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretlerinden, Alî bin Ebî Tâlib (as)’in doğumundan soruldu. Buyurdu ki: “Doğan evlâdın iyiliğinden sorunuz. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, Alî “kerremallahü vecheh” ile beni aynı nûrdan yarattı. Her ikimiz bir nûrdanız. Gökleri ref’ etmeden evvel ve yerleri sermeden önce, bizi yarattı. Biz, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin huzûrunda tespih ederdik. Yok olmadan bir nesilden bir nesle intikâl ettik. Tâ Abdülmuttalib’e eriştik. Sonra ben, Abdüllah’a intikâlden sonra, Âmine’de vedî’a olundum. Alî, Ebû Tâlibe intikâlden sonra, Fâtıma binti Esed katına vedi’a olundu. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bizi pâk ve tâhir vücûda getirdi. Sonra hazret-i Alî’yi Fâtıma binti Esed’de karâr tuttu. Melekler müjde verdiler. O zamân bir adam rü’yâsında gördü. Süâl etti: “Bu doğan kimdir?” Dediler: “O, Alî’dir.” O vücûda geldiği vakit, Mekke-i Mükerreme’de zelzele oldu. Putların hepsi yüz üstü düşüp, ehl-i Mekkenin cümlesi korkup, dediler ki: “Bu gece bir yeni hâdise zuhûr etti.” Onlar bu hâlde iken bir nidâ edici nidâ etti. Hâlbuki hiç kimseyi görmediler. Hazret-i Alî anası Fâtıma binti Esed’den doğdu. Gök onun nûru ile ışıklandı. Yıldızlar arttı. Kureyşliler bundan bir acaiplik, hayret edicilik gördüler. Nidâ olundu: “Müjdeler olsun size ki, bu gece, müşrikleri kahredici, münâfıklara gazap edici, âbidlerin süsü, Resûl-i Rabbil âlemînin mührü, imâm-ül Hüdâ, göklerin yıldızı, karanlıkların lâmbası zuhûra geldi” (Seyyid Eyyub bin Sıddık “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Otuzüçüncü Menakıp) SARSINTIYI DURDURMASI 2- “Yer, o şiddetli sarsıntı ile sarsıldığı, ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve insan: ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman, o gün yer, Rabbinin telkin buyurduğu vahiy ile, bütün haberlerini anlatacaktır.” (Zilzal Süresi 1-5. Ayetler) Hz. Fatıma ez-Zehra anamız anlatıyor: Ebu Bekir’in halifeliği zamanında Medine’de bir sarsıntı oldu. Bundan korkan halk, Ebu Bekir ve Ömer’in yanına geldiklerinde, hepsi Hz. Ali’nin evine doğru gittiler. Onlar daha Hz. Ali’nin evine varmadan önce, kendisi onları dışarıda karşıladı ve onlarla yüksek bir yere çıktı. Hz. Ali yere oturduktan sonra onlara hitaben buyurdu ki: ‘Şu gördüğünüz mü, sizi korkuttu?’ hepsi dediler ki: ‘Bu gördüğümüz bizleri nasıl korkutmasın ki, şimdiye kadar böyle bir sarsıntı görmedik.’ Hz. Ali, dudaklarını kıpırdatıp, eli ile yere vurduktan sonra şöyle buyurdu: ‘Sana ne oluyor? Sakin ol!’ Yer, bunun üzerine hemen sakin oldu. Orada bulunanların hepsi de olanlara şaşırdılar. Hz. Ali buyurdu ki: ‘Sizler, şimdi yapmış olduğumdan mı şaşırıyorsunuz?’ Dediler ki: ‘Evet’ Hz. Ali buyurdu ki: ‘Şanı Yüce olan Allah’ın: “Yer, o şiddetli sarsıntı ile sarsıldığı, ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve insan: ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman…” buyurmuş olduğu o insan benim. Daha sonra yer bana bütün haberini söyleyecektir.’ (Tefsir’üs Safi C.5, S.357-358) GÜNEŞ’E SELAM VERİP GÜNEŞİN ONUNLA KONUŞMASI 3- İmam Hasan el-Askeri, babası, dedelerinden naklen, Resulullah (saa) İmamı Ali’ye şöyle buyurdu: “Ey Hasan’ın babası Güneş’e hitap et, o sana cevap verecektir.” Müminlerin Emiri şöyle hitap etti: “Selam olsun sana ey Allah’ın itaatkar kulu.” Güneş şöyle cevap verdi: “Selam senin üzerine de olsun ey Müminlerin Emiri, takva sahibi olan insanların imamı ve ak yüzlülerin komutanı.” (el-Kunduzi el-Hanefi “Yenabi’ül Mevedde” 140 İstanbul Bas.) 4- Resulullah (saa) İmam Ali bin Ebi Talib (as)’ye şöyle buyurdu: “Ey Hasan’ın babası! Güneş ile konuş, kendisi sana cevap verecektir.” İmam Ali şöyle buyurdu: “Sana selam olsun, ey salih ve Allah’a itaatkar olan kul” Bunun üzerine güneşten şöyle bir nida geldi: “Sana da selam olsun ey Müminlerin Emiri, takva ehlinin imamı, ak yüzlülerin komutanı. Ey Ali, sen ve şian (yandaşların) cennettesiniz. Ey Ali, toprak ilk olarak Muhammed (saa)’in üzerinden yarılacak, sonra da senin üzerinden, ilk gelecek olan Muhammed’tir, sonra da sen, ilk olarak giydirilecek olan Muhammed’tir, sonra sen.” Bunun üzerine İmam Ali (as) secdeye kapanır ve ağlamaya başlar. Bunu gören Resulullah (saa) İmam Ali’nin yanına gelip şöyle buyurdu: “Ey kardeşim ve habibim, başını kaldır, Allah seninle yedi gök ehline övünür.” (Menakıb-ı Hüvarezmi s.63-64; Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah” s.470-471) 5- Bir gün Resulullah (saa) meclisinde iken İmam Ali (as)’ye buyurdu ki: “Ey Ali! Yarın Baki dağlarına git. Güneş çıkınca onu selamla. Allah’ın izniyle sana cevap verecektir.” Orada bulunan cemaat hayrete düşer. Ertesi gün Emir’ül Müminin Ali, muhacirlerden ve Ansarlardan oluşan büyük bir kalabalıkla Baki dağlarına çıkar. Kalabalığın içinde Ebu Bekir, Ömer ve Osman da vardı. Güneş doğunca İmam Ali ona: “Essalamü aleyki ya halkullahil cedid elmuti” “Sana selam olsun, ey Allah’ın yeni doğan ve ona itaatkar mahluku?” Hazır olanlar gökten cevap şeklinde şöyle bir nida duydular: “Aleyküm esselâm yâ Evvel, ya Âhir, yâ Zâhir, yâ Bâtin, yâ men hüve bi külli şey’in aliym” “Sana selam olsun ey İlk, ey Son, ey Açık ve ey Gizli olan. Sen her şeyin bilginisin.” Ebu Bekir, Ömer, Muhacir ve Ansar Güneş’ten bu sesi duyduklarında haykırıp bağırdılar. Sonra bir mühlet sonra oradan ayrıldılar. Resulullah (saa)’ın yanına geldiklerinde ona dediler ki: “Ey Resulullah! Sen bize ‘Ali bizim gibi bir beşerdir’ diyordun. Oysa Güneş ona Allah’ın kendi nefsine hitap ettiği gibi ona hitap etti.” Resulullah (saa) onlara: “Ondan ne duydunuz?” diye sordu. Onlar dediler ki: Güneş’in ona: “Sana selam olsun, ey İlk, ey Son, ey açık ve ey gizli. Sen her şeyi bilensin.” Şeklinde hitap ettiğini duyduk. Resulullah (saa) onlara buyurdu ki: “Doğru söyledi. O (yani Ali) İlk’tir; bana ilk iman eden kişi demektir. O Son’dur; beni yıkayacak, kefenleyecek ve mezarıma koyacak Son kişi demektir. O Açık’tır; O benim bütün ilmimi açıklayandır. O Gizli’dir; o gizli ilmimin sahibidir. O her şeyin bilginidir. O helal, haram, farz ve sünnetlerde bilgin olandır. Bunda sorun nedir?” Sonra onların hepsi mescitten çıkıp mahcup halde oradan ayrıldılar. (Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.87-88 Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.; el-Meclisi “Bihâr’ül Envâr” C.41, S.179-180 Müesseset’ül Vefa 1404 H Beyrut Bas./ Şâzân bin Cibrîl el-Kummi “el-Fedâil” S.69-70 Dar’ür Radiy 1363 H. Kum Bas. / Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.14-15 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas. / Kitâb Selim bin Kays (Ö. 80 H.) S.933-934, Hadis No: 72 Dâr’ül Hâdi 1415 H.Kum Bas./ Süleyman Daşkapan “Kuran’da Ehl-i Beyt ve Soru-Cevap S.55-56 Onur Ofset-Antakya) Menakıb sahibi Ebi Cafer el-Bakır’dan, Cabir bin Abdullah’tan nakleder ki: Güneş, İmam Ali’ye yedi kere hitap etti. (Süleyman el-Kunduzi el-Hanefi “Yenabi’ül Mevedde”Sayfa: 141) GÜNEŞ’İ BATTIKTAN SONRA GERİ ÇEVİRMESİ 6- İmam Muhammed’ül Bâkır’dan, o da babasından, o da dedesi Hüseyin bin Ali’den: Emir’ül Müminin Hz. Ali (as) Nehrivan ehliyle yaptığı savaştan dönerken Babil toprağına geçtiler. İkindi namaz vaktiydi, namaz kılmaları vacip oldu. Müslümanlar nida ettiler: “Ey Emir’ül Müminin, ikindi vakti oldu.” Emir’ül Müminin dedi ki: “Bu yer lanetlenmiştir, Allah burayı üç kez lanetledi, dördüncü kere de lanet edecektir. Burada ne peygambere ne Vasi’ye namaz kılması helal olmaz. Sizden burada namaz kılmak isterse kılabilir.” O anda münafıklar Nehrivan ehlini (Hariciler) kastederek dediler ki: “Doğru o namaz kılmaz, ama namaz kılanları öldürür.” Cüveyriyye bin Mesher el-Abdi dedi ki: “Yüz farisle onu takip ettim. Ve dedim ki: Allah’a ant olsun ki, o namaz kılmadan ben de namaz kılmayacağım. Bugünkü namazımda onu taklit edeceğim. Emir’ül Müminin Babil toprağını geçince güneş batmaya yüz tuttu, sonra battı ve ufuk kızıllaştı. Sonra bana iltifat ederek buyurdu ki: “Ey Cüveyriyye! Suyu ver” Ona malzemeleri takdim edince abdest aldı ve: “Ey Cüveyriyye! Ezan oku” dedi. “Gece namazı vakti gelmedi” dedim. İmam Ali: “İkindi vakti için ezan oku” dedi. Kendi kendime dedim ki: İkindi için ezan oku dedi, halbuki güneş battı, ama bana ona itaat etmek düşer ve ezan okudum. Bana: “Kalk” dedi, kalktım. Ben ikametteyken anlamadığım kelimelerle dudakları kıpırdadı. O anda hemen güneş ikindi vakti yerini alacak şekilde geri döndü. Sonra İmam kalktı, tekbir getirdi, namaz kıldı, biz de arkasından namaz kıldık. Namazını bitirdikten sonra güneş sanki leğende ışık kayar gibi kaydı, battı ve yıldızlar dizildi. Sonra bana iltifat ederek: “Akşam ezanı için ezan oku, ey bilinci zayıf olan” buyurdu. (Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.77-78 Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.; Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.11-13 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas.; Şazân bin Cibril el-Kummi “el-Fedâil” S.68-69 Dâr’ür Radıy H.1368 Kum Bas.) Ehlibeyt Şairi El-Himyeri tanınmış el-mezhebe kasidesinde Hz. Ali hakkında şöyle demiştir: “Ruddet aleyhişşemsu lemma fatehü vaktussalati ve kad denet lil mağribi hatta tebellece nuruha min vaktiha lil asri sümme hevet heviyel kevkebi ve aleyhi kad ruddet bi Babil’in merreten uhra ve ma ruddet lihalkin mağribi illa li Yuşaa ev lehu velihabsiha veliraddiha tevilu emrin mu’cibi” Açıklaması: “Hz. Ali, ikindi namaz vaktini geçirdiği zaman güneş akşam vaktinden ikindi vaktine geri döndü, döndüğünü de herkes görmüştü. İkindi namazını kılınca güneş, yıldız kayar gibi kayarak akşam vaktine dönüverdi. Babil’de bir kez daha kendisine dönmüştü. (1) Başkasına ise sadece Yuşa’ya dönmüştü. Güneşin geri dönmesine acaip teviller vardır.” (Eş-Şerif er-Radıy “Hasâis el-Eimmeh” S.52; Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.11-13 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas.; Şazân bin Cibril el-Kummi “el-Fedâil” S.68-69 Dâr’ür Radıy H.1368 Kum Bas.;; en-Nisaburi “Ravdat’ül Vahizin S.131; eş-Şeyh Müfid “el-İrşad” C.1, S.347; İbn-i Hamzi et-Tusi “es-Sakib fil-Menakıb” S.254-255; Menakıb Âl Ebi Talib C.2, S.144-145; Allamet’ül Hilli “el-Müstecad Min-el İrşad” S.138; eş-Şeyh el-Mâhuzi “el-Erbain” S.424; el-Erbeli “Keşf’ül Gumme” C.1, S.282-283; eş-Şeyh et-Tıbrisi “İlam el-Vera bi A’lam’ül Hüda” C.1, S.351; eş-Şeyh Abbas el-Kummi “el-Künye vel-Elkâb” C.2, S.191; eş-Şeyh Cafer en-Nakdi “Envar el-Aleviyye” S.137) 7- Müminlerin Emiri Hz. Ali Babil toprağına geçtiğinde güneş batıp namaz kılmamıştı. Bunun üzerine dizlerine çöküp uzun bir müddet duada bulundu ve güneş tekrar ikindi makamına geldi. Namaz kılındıktan sonra tıpkı yıldızın kaydığı gibi kayıp, tekrar gece oldu. (Ali Bin Hüseyn el-Mesudi “İsbât el-Vasiyya Li Ali Bin Ebi Tâlib” S.116 Seyyid Murtada Yayını 1902 Tahran Bas.; Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah” S.508) Güneş’in Onun İçin Geri Dönmesi 8- Esma bint Amis buyurdu ki: Bir gün Resulullah (saa) Ali (as)’nin kucağında yattığı halde vahiy alıyordu. Bu durum o kadar uzadı ki, ikindi namazını kılmadan güneş battı. Resulullah (saa) vahiyden fariğ olunca İmam Ali’ye şöyle sordu: “Ey Ali, namaz kıldın mı?” İmam Ali: “Hayır, kılmadım” buyurdu. Bunun üzerine Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım! Ali senin ve Resulünün taati üzere idi. Güneşi ona geri çevir.” Esma dedi ki: “Battığını gördüğüm gibi yine de doğup, Müminlerin Emiri Ali’nin namaz kıldığını gördüm.” (Menakıb-ı Lil Hüvarezmi S.217; Enis Emir “Fazilet-i Ehl-i Beyt-i Resulullah” S.491; Meğazeli s.96 9- Resulullah (saa)’a vahiy inerken İmam Ali’nin kucağına başını koymuştu. Vahiy bitince Resulullah İmam Ali’ye: “Namaz kıldın mı, ey Ali?” diye sordu. İmam Ali buyurdu ki: “Hayır kılmadım” Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım, güneşi Ali için geri çevir!” Güneş geri döndü, hatta mescidin ortasına kadar vardı. (Muhibeddin et-Tabari “Riyad’un Nadara” C.2, S.179-180) 10- Menakıb-ı Muhammed’te diyor ki: Hayber’de Hz. Peygamber (saa)’in duası ile Hz. Ali, Güneş’i battıktan sonra ikindi vaktine geri getirdi. (Eş-Şeyh Abdurrahman eş-Şafii “Nezhet’ül Mecâlis ve Muthaf’un Nefâis” Cz.2, S.384) ÖLÜLERİ DİRİLTMESİ 11- Ebu Cafer Meysem es-Semmar şöyle anlatıyor : Bir gün Emir’ün Nahıl (Arıların Emiri) Ali’ nin huzurunda idim. Ben ve bir cümle halk kitlesi onun vaazını dinliyorduk. Bir de baktım ki, bir Arap kafilesi geldi. Kapıdan bir adam içeri girdi. Tam zırh kuşanmıştı. İki tane de kılıcı vardı. Selam vermedi ve sesini çıkarmadı. Herkes ona hayretle bakıyordu. Mevlamız Emir’ül Müminin de başını kaldırıp adamın yüzüne bakmadı. Gelen adam şöyle söze başladı : Sizin en kahramanınız kimdir, Cesareti müşteba, fazileti ilim ve cemal ile sargılı olan, kerametlerle vasıflandırılan, Kabe-i Muazzama’da doğan hanginiz? Ebu Talib’in oğlu, Muhammed’in halifesi ki, kendi zamanında onu koruyarak onun şanını yükseltip gücünü arttıran, hanginiz 2 Amru’yu öldüren? O zaman Emir’ül Müminin: Ey Ebu Said Fadıl’ın oğlu, Eş’as’ın oğlu, Samirri’nin oğlu benim. İstediğini sor? Melhuf olan kimselerin kinzi (sığınağı) benim. Marufla vasfedilen benim. Kâf ve Kuran’il Mecid benim. Nebe’ül Azim benim, Sırat’ul Müstakim benim. Alim benim. Hakim benim, hafiz benim, rafi benim. Faziletimle bütün kitaplar konuştu ve benim ilmime akıl sahipleri tanıklık ederler. Ben Resulullah’ın kardeşi ve kızının kocasıyım. O zaman Arap dedi ki : Rumuzlarınla ve isimlerinle değil. Hz. Ali: Ey Arap kardeş, O yaptıklarından sorulmaz. Onlar hesaba çekilirler. Arap şöyle dedi: Senin ölüyü diriltebileceğini, dirileri de öldürebileceğini, bir kimseyi zengin ve yoksul yapabileceğini ve her türlü müşkülatı çözebileceğini haber aldık. Ey kavminin genci, bunlar doğru mudur? Hz. Ali: Ey Arap, maksadın nedir, sor. O zaman Arap dedi ki: Ben sana altmış bin nüfuslu Akime kabilesi tarafından elçiyim. Benimle bir ölü gönderdiler. Bundan bir müddet evvel öldürüldü. Öldürülme sebebinde büyük bir ihtilaf oldu. Bu yüzden öldürüleni sana getirdik. Şu anda mescidin kapısı önündedir. Eğer onu diriltirsen senin necip asıllı sadık olduğuna inanırız. Senin Allahın yeryüzündeki hucceti olduğundan haber ettiler. Yok eğer diriltemezsen onu kavmine geri götüreceğiz buna gücün yetmediğine kanaat edeceğiz ve gücün olmadığı şeylere nefsinden konuşuyorsun. O zaman Hz.Ali Meysem’e : Ey Meysem, kalk da Kufe sokaklarında, Kim ki, Muhammed’in damadı ve kardeşi olan Ali’ye Allahın kendisine verdiği fazilet ve ilmi görmek isterse yarın Necef’e buyursun. Meysem döndüğü zaman Emir’ül Müminin ona Arabiyi evine konut etmesini emreder. Meysem dedi ki: Arabiyi ve ölüyü…. aldım. Menzilime götürdüm ve ailem ona gereken hizmeti karşıladılar. Bir sonraki gün Emir’ül Müminin Sabah namazını kıldıktan sonra onunla gittim, Küfede iyi kötü hiçkimse kalmadı herkes Necef’e geldi. Bunun üzerine Kufeliler toplandılar. Hz. Ali Arabiye ve bir kısım ahaliye cenazeyi devenin üzerinden indirmelerini söyledi. Cenazeyi indirdiklerinde üstündeki örtüyü çıkarttılar. Hz. Ali sordu : Kaç günden beri ölmüş? - Kırk bir gün oldu ey Ali.dediler. - Peki niçin bu adamı kestiler? - Bilmiyoruz. Gece sağ salim yattı. Sabahleyin ise kulaktan kulağa kesilmiş vaziyette görüldü, dediler. Hz. Ali, Araba ve gelen heyete : Bunu kesen kayınbabasıdır. Çünkü kızının üzerine bir daha evlendi. Kızına bakmaz oldu. İşte bundan hiddetlenen kayınbabası gece yatarken kesti. Arap ve gelen heyet : ya Emir’ül Müminin, biz senin söylemene razı olsak bile kabile razı olmaz. Bunu dirit de kabileye gitsin kendisi anlatsın. Yoksa kabile tamamen ayaklanmış, kılıçları çekip birbirine düşecektir. O zaman Hz. Ali, Hz. Muhammed’ül Mustafa (saa)’ya birçok salavatlar getirip ölünün ayağını salladı ve : Kalk dedi, ey Hanzileh oğlu Mudrik, seni Allahın izniyle dirilten Ali’dir. Gülam derhal dirilip oturur ve : Buyurun, ey çürümüş ve dağılmış kemikleri dirilten. Hz. Ali ona : Seni kim öldürdü? Diye sordu. Adam: Beni öldüren kayınbabamdır. İsmi de Haris’tir, babası da Remat’tır. Hz. Ali yine sordu: Kabileye akrabalarının yanına gider misin?… Adam: “Hayır, gitmem ey Müminlerin Emiri, çünkü kayınbabamın beni tekrar öldürmesinden korkuyorum. Orada sen de olmazsan beni kim tekrar diriltecek?. O zaman Hz. Ali Araba ve onunla gelen heyete : “Gidin kabileye, gördüğünüz ve işittiğiniz gibi bu durumu anlatın. Gülam benim yanımdan ayrılmıyor. Gelen heyet derhal geri gittiler. Dirilen zat da Hz. Ali’nin yanında Küfe’de kaldı. Nihayet Sıffin Savaşında şehit edildi. Küfe ehli de Hz. Ali hakkında ve ona olan söylentileri hakkında ihtilafa düştüler. (Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.100-103 Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.; el-Hatip Şeyh Muhammed Ridâ el-Hakîmi “Selûni Kable en-Tefkudûni” C.2, S.256-259 Mektebet’is Sadr 1415 Tahran Bas./ er-Ravda S.26 / Şâzân bin Cibril el-Kummi “el-Fedâil” S.1-5 / Hüseyn bin Abdülvehhab “Uyûn el-Mucizât” S.28-32 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas. / el-Meclisi “Bihâr ’ül Envâr” C.40, S.274-277) 12- Birgün, Sultân-ı Enbiyâ ve Resûl-i müctebânın huzûrlarına üç kişi geldi. Biri hazret-i İbrâhîm aleyhisselâmın kavminden, biri hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın kavminden, biri hazret-i Îsâ aleyhisselâmın kavminden idi. “Salevâtullahi aleyhim ve alâ nebiyyinâ.” Hazret-i İbrâhîm kavminden olan kimse ileri gelip, dedi ki: Yâ Muhammed! Bütün Peygamberlerin büyüğü ve efdali benim diyorsun. Nereden bilelim ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin makbûlüsün. Hazret-i İbrâhîme Allahü teâlâ halîlim demişdir. Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” buyurdu ki: “Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, hazret-i İbrâhîme halîlim dedi ise, bana habîbim demişdir. Kişinin dostumu yakındır, yoksa mahbûbu mu [sevgilisi mi]” O kimse hayrân olup, cevâba kâdir olamadı. Hemen Resûl-i ekremin mubârek cemâline nazar edip, kalpten: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah vahdehü lâ şerîkeleh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh” dedi. Ondan sonra hazret-i Mûsâ kavminden olan kimse ileri gelip, dedi ki, yâ Muhammed! Bütün Peygamberlerden benim mertebem yüksektir. Hepsinin serveri ve sultânı benim, diyorsun. Allahü teâlâ hazretlerinin yanında senin merteben, diğer Enbiyâdan yüksek olduğuna nereden inanalım ki, İşittik ki, Allahü teâlâ , hazret-i Mûsâ’ya kelîmim demiştir. Her zemân onu Tûr-i sînâya çıkarıp, kelâm söyler idi. Hazret-i Fahr-i âlem ve seyyid-i veled-i Âdem “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” buyurdular ki, “Allahü Sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Mûsâya ‘Kelîmim’ dedi ise, bana ‘Habîbim’ demiştir. Eğer hazret-i Mûsâyı Tûr-i sînâya çıkardı ise, bana, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmla, Cennet elbiseleri ile burakı donatıp, gökleri, yerleri, arşı ile kürsîyi ve Cennet ve Cehennemi ve kevn-ü mekânı az zemân içinde seyrettirdi. Kabe kavseyn ev ednâ rütbesine varınca, Allahü Teâlâ bana o şekilde ihsânlar ve nihâyetsiz lütuflar eylemiştir ki, hicâbı aramızdan kalkmıştır. Elhamdülillah ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ biz zayıf kullarını o sultânın ümmetinden eyledi. Allahü teâlâ hazretleri bana va’d eyledi ki, benim ümmetimden her kim benim rûh-i pâkime günde yüz kerre Salevât-i şerîfe getirmeyi âdet hâline getirip, terk eylemese, bin kere rahmet eyler. Ve Cennet içinde bin derece verir. Bin günâhı mahvolur. Bin altın sadaka vermişçesine sevap verir.” Ebû Hüreyre ve hazret-i Enes bin Mâlik rivâyet etmişlerdir ki, o kimse de birşey söyleyemeyip, cevâba kâdir olmayıp, Resûlullah “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” hazretlerinin mübârek ayaklarına yüz sürüp, bin zevk ile parmak kaldırıp: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh” dedi. Ondan sonra, hazret-i Îsâ aleyhisselâm kavminden olan, ileri gelip, dedi ki: “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ hazretlerine bütün Peygamberlerden yakınım ve sevgiliyim. İlklerin ve sonların seyyidi benim, dersin. Hazret-i Îsâ aleyhisselâmın Rûhullah olduğunu işitmedin mi? Allahü teâlânın emri ile ölüleri diriltirdi.” Fahr-ül kevneyn ve Resûl-i sekaleyn “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” buyurdu ki, “Varın, Alîyi çağırın.” Ashâptan birisi gidip, hazret-i Alîyi çağırdı. Hazret-i Alî geldikden sonra, Resûl-i ekrem hazretleri, o kimseye buyurdu ki: “İmam Ali’ye en eski mezarı git ve göster” O kimse dedi ki: “Falan yerde bir mezâr vardır. Bin yıllık mezârdır.” Hazret-i Habîb-i ekrem “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” buyurdu ki: “Yâ Alî! Var o mezârın üzerine üç kere çağır. Bekle ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emri ile ne zuhûr edecekdir.” Hazret-i Alî “Kerremallahu vechehü” o mezârın üzerine varıp, bir kere “yâ Ya’kûb!” diye çağırdı. Allahü tebâreke ve teâlânın emr-i şerîfi ile mezâr orta yerinden yarıldı. Bir def’a: “yâ Ya’kûb” diye çağırdı. Mezâr açıldı. Bir def’a dahâ “yâ Ya’kûb” diye çağırdı. O sırada mezârın içinden bir nûrânî pîr kalktı. Saçları uzamış. Başından toprağı saça saça ayak üzerine durup, yüksek sesle dedi ki: (Eşhedü en lâ ilâhe illallah vahdehü lâ şerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh.) Ondan sonra hazret-i Alî ile hazret-i Habîb-i ekremin “sallallâhu aleyhi ve âlihi ve sellem” huzûruna gitdiler. Bu açık mu’cizeyi görmekle çok kâfirler îmâna geldiler. Hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm” kavminden olan kimse müslimân oldu. (Seyyid Eyyub bin Sıddık “Menâkıb-ı Çihâr Yâri Güzîn” 6. Bab, Yirminci Menâkıb) KAFATASINI DİRİLTMESİ 13- Ammar es-Sâbiti’den: İmam Ali, Kisra kralının sarayında dolaşırken Kisra Kralının tahtına oturduktan sonra Müneccimi çağırdı. Müneccim Dellaf geldikten sonra orada bulunanlarla birlikte sarayı gezmeye başladı. İmam Ali gördüğü her şeyi sanki Kral Kisra döneminde yaşamış gibi anlattı. Bu anlatımıyla İmam Ali herkesi hayrete düşürdü. Sarayda dolaşmaya devam ederlerken bir kafatası bulurlar. İmam Ali orada bulunanlardan leğen getirmelerini söyler. Leğen gelince İmam Ali içine su döker ve kafatasını leğenin içine koymalarını emreder. Kafatasını leğenin içine koyduklarında İmam Ali kafatasına: “Ey kafatası! Bana haber ver, ben kimim ve sen kimsin?” diye sorar. Kafatası: “Sen Emir’ül Müminin’sin. Vasilerin seyyidisin. İtaat edenlerin imamısın. Zahiren ve batine seni ne kadar muazzam etseler azdır, sen daha muazzamsın. Ben ise Allah’ın kulu ve Emetillah’ın oğlu Kisra Enü Şirevan’ım.” İmam Ali ile beraber Sâbât ehlinden olan bir kavim buradan ayrılıp evlerine gittiler ve ailelerine olanları ve kafatasından duyduklarını anlattılar ve Emir’ül Müminin’de ihtilafa düştüler. Sonra İmam Ali’yi bulup Kimileri onun hakkında Hristiyanların Mesih (İsa) hakkında dediğini ve Abdullah bin Sebe ve arkadaşlarının dediği gibi (Onun İlâh olduğunu) dediler. Halktan bazıları ona: “Eğer bunları hallerine terk edersen insanlar küfre girecektir” İmam Ali onlardan bu söylediklerini duyunca ashabına: “Onlara ne muamele uygulamamı istersiniz?” Dediler ki: “Onları Abdullah bin Seba ve arkadaşlarını yaktığın gibi ateşte yakmanı istiyoruz” İmam Ali onları topladı ve onlara dedi ki: “Bana niye böyle diyorsunuz?” dedi. Dediler ki: “Kafatasının konuşmasını ve sana ne dediğini duyduk. Kafatasının bu şekilde konuşması Allah’tan başkasına caiz değildir, bundan dolayı dediğimizi dedik.” İmam Ali onlara: “Sözünüzden dönün ve Allah’a tövbe edin” dedi. Onlar: Biz sözümüzden dönmeyeceğiz, bize istediğin muameleyi yap” dediler. Bunun üzerine İmam Ali onların ateşte yakılmasına emir verdi. Ateş hazırlandı ve onları ateşte yaktı. Yandıktan sonra İmam Ali halka: “Onların küllerini havaya uçurun” buyurdu. Halk onların küllerini havaya uçurduktan üç gün sonra Sâbât halkı İmam Ali’nin yanına gelip dediler ki: “Allah Allah Muhammed (saa)’in dinine! Ateşte yaktıkların adamlar eski hallerinden daha güzel bir biçimde evlerine döndüler.” İmam Ali onlara cevaben buyurdu ki: “Ben onları yakıp, siz küllerini havaya uçurmadınız mı?” Onlar: “Evet, öyle oldu” dediler. İmam Ali buyurdu ki: “Ben onları yaktım, Allah da onları diritti” Bunun üzerine Sâbât halkı şaşırmış halde oradan ayrıldılar. (Muhaddis en-Nûri ‘Ö.1320 H.’ “Müstedrek’ül Vesâil” C.18, S.168-169 Hadis No: 22410 Müesset-i Âl’il Beyt H.1408 Kum-İran Bas.; Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.20-21 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut-Lübnan Bas.; Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.90-91 Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.; İsbât’ül Hüdât C.2, S.491 Hadis No: 320 / et-Tabari “Nevâdir’ül Mucizât” S.22, Hadis No: 5 / es-Seyyid Murtada el-Askeri “Abdullah bin Sebâ” C.2, S.188-189 ) Başka bir rivayette Hz. İmam Ali buyurdu ki: “Ben onları yaktım, sonra onları dirittim” Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.20-21 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut-Lübnan Bas./ Ebi Ali el-Hüseyn bin Himâm “Kitab’ül Envar” RAHİMDE OLANI BİLMESİ 14- Ammar bin Yasir ve Zeyd bin Erkam dediler ki: Bir Safar ayının 17’si olan Pazartesi günü idi. Hz. Ali ile sohbet ederken müthiş bir ses duyduk. Hz. Ali: “Ey Ammar, bana Zülfikar’ı getir.” Dedi. Ben de hemen getiriverdim. Hz. Ali Zülfikar’ı kılıfından çıkarıp bacaklarının üstüne koydu ve “Ey Ammar, bu gün bütün Küfe halkının gammını gidereceğim, müminin imanı daha da artsın, muhalifin nifakı da daha da artsın. Ey Ammar kapıdakilere bir bak” dedi. Ammar: “Kapıyı açtım ve bir baktım ki, genç bir bayanı deveye bindirip getirmişlerdi. Genç bayan da bağırıp duruyordu. Yalvararak: “Ey yalvaranların kurtarıcısı, ey büyük güç sahibi, ey kemikleri dirilten, ey yardımcısı olmayanların koruyucusu, ben sana teveccüh ettim, senin veline tevessül ettim, Senin Resul’ünün halifesine kasıt ettim. Yüzümü ak eyle ve beni bu ızdıraptan kurtar!” diye yakınıp duruyordu. Bayanla bir birlikte binlerce kişi gelmişti. Onların bir kısmı bayanın lehinde, bir kısmı da aleyhinde idiler. Bayanı deveden indirip mescide getirdiler. Bayan Hz. Ali’nin yanına yaklaşıp dedi ki: “Ey mevlam! Ey çekinenlerin imamı! Senin yanına geldim ve seni kasıt ettim. Bendeki gammı gider, senin buna gücün yeter. Sen şimdiye kadar olan ve Kıyamet gününe kadar olacak her şeyi bilensin.” Bunun üzerine Hz. Ali Ammar’a dedi ki: “Küfe’lileri çağır ve onlara de ki: Allah’ın, Muhammed’in kardeşine verdiğini görmek isteyen mescide gelsin” Ammar çağırınca mescit bir anda dolup taştı. Hz. Ali: “Ey Şam halkı! Ne isterseniz sorun” dedi. Anında aralarından ihtiyar birisi ayağa kalkar, selam verir ve “Ey mevlam! Bu bayan benim kızımdır, kendisine Arap kral ve emirlerinden talip oldukları halde beni aşiretimin nezdinde rezil etti. Oysa ben Arapların sayılı eşraflarındanım. Ama ne yazık ki, kızım evimden hamile çıkıp beni rezil etti. Ben İflis’in oğlu Filis’im, içim ateşle yanıyor. Ne yapacağımı şaşırdım” dedi. Hz. Ali, bayana: “Babanın iddia ettiği şey hakkında sen ne diyorsun” dedi. Bayan: “Senin hakkın için ey mevlam, ben masumum, asla ihanet etmiş değilim. Evet karnım büyüyor, ama nedenini ben de bilmiyorum. Ama biliyorum ki bunu benden daha iyi biliyorsun. Ben yalan söylemedim. Ne olur beni kurtar!” der. Bunun üzerine Hz. Ali Zülfikar’ı alır mimbere çıkar ve: Allahu Ekber! “Hak geldi, batıl yıkıldı, batıl zaten yıkılacaktı” (İsra 81) buyurdu ve “Bana Küfe’nin ebesini getirin” dedi. Lebna adındaki Küfe’nin ebesi gelince Hz. Ali ona: “Ey Lebna, seninle insanlar arasında bir perde çek ve şu bayanı muayene et ki hamile olup olmadığını öğren” dedi. Ebe, bayanı muayene eder ve Hz. Ali’ye: “Evet, senin hakkın için ey mevlam! Hamiledir” der. Bunun üzerine Hz. Ali, bayanın babasına: “Sen Şam’ın Asar köyünden değil misin?” diye sorar. Adam: “Evet” der. Hz. Ali ona: “Sizin oralardan biriniz bana şimdi bir parça kar getirebilir mi?” diye sorar. Adam: “Bizim orada kar çoktur, ama getirmemiz imkansızdır!” Der. Hz. Ali: “Şehriniz buradan 250 fersah uzaktır” der. Adam: “Evet! Doğrudur ey mevlam” Bunun üzerine Hz. Ali mübarek elini uzatır ve geri çekince istenilen kadar karla dolu eli görünür. Oradaki insanlar şaşakaldılar. Hayretle birbirlerine bakışıp camiyi gürültüyle doldururlar. Hz. Ali onlara: “Susun!” buyurur. “İsteseydim karı dağlarıyla beraber getirebilirdim” buyurur. Kar parçasını ebeye verir ve “Bayanı al da caminin dışına çıkar, bir eve girin, bayanın altına bir leğen koy ve kar parçasını bayanın mahremi altına koy. Göreceksin içinden 75 derhema ve 2 dank ağırlığında bir alaka düşecektir” buyurur. Ebe, Hz. Ali’nin dediğini yapar ve gerçekten alaka düşer, tartılır. Ağırlığı aynen Hz. Ali’nin dediği gibi çıkar. Bayan temize çıkınca, Hz. Ali bayanın babasına döner ve: “Ey ebel ğadab! Kızını al ve git. Allah’a yemin olsun ki hayatında hiçbir erkekle ilişkisi olmamıştır. Ancak 10 yaşındayken bir gün girdiği bir suyun içinden kızın içine farkına varmadan bir alaka girip yerleşerek bu duruma gelene kadar karnında büyümüştür” buyurur. O anda kızın babası Hz. Ali’ye: “Tanıklık ederim ki, sen rahimdekileri ve damarlardakini bilensin. Sen dinin kapısı ve direğisin.” Bu mucizeyi gören Küfe’liler Hz. Ali’ye: “Ey Emir’ül Müminin, bizde uzun zamandır yağmur yağmadı, bize rahmet olsun diye dua eder misin? Ey Muhammed’in ilminin varisi!” dediler. Hz. Ali ayağa kalkar ve eliyle göğe işaret eder. Anında yağmur yağmaya başlar. Sular taşınca Küfe halkı Hz.Ali’ye: “Bu kadar bize yeterlidir” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali bazı kelimeler söyledi. Yağmur durdu, ardından güneş çıktı. Ali bin Ebi Talib’in faziletinde şüphe edene Allah lanet etsin. (el-Meclisi “Bihâr ’ül Envâr” C.40, S.277-280 Müesseset’ül Vefa 1404 H Beyrut Bas./ Şâzân bin Cibrîl el-Kummi “el-Fedâil” S.155-158 Dar’ür Radiy 1363 H. Kum Bas. / Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyûn el-Mucizât” S.25-28 Müesseset’il A’lemi lil Matbuat 3.Baskı H.1403 Beyrut Bas. / El-Hatip Şeyh Muhammed Ridâ el-Hakîmi “Selüni kable en Tefkudûni” C.2, S.259-262 / er-Ravda S.32-33 / Yunus Ramadân “Buğyet’üt Tâlib Fi Marifeti Ali Bin Ebi Tâlib” S.311-313; Seyyid Haşim el-Behrâni “Medinet’ül Meâciz” C.1, S.264-266 Müesseset’ül Alemi Lil Matbûât H.1423 Beyrut Bas.) SUS! EY SELFA’! 15- El Hüseyn bin Ali Deynuri, Muhammed bin el-Hüseyin’den, İbrahim bin Gıyas’tan, Ömer bin Sabit’ten, İbn-i Ebi Habib’ten, el-Haris el-A’var’dan rivayet ederken Hz. Ali, kadılık yaparken yanındaydım. Kocasını şikayet eden bir kadın gelir ve ifadesini verir. Ardından Hz. Ali, kadını haksız bulur. Kadın kabul etmeyip müthiş öfkelenerek “Ey Emir’ül Müminin, bana zulümle hükmettin. Allah bunu mu sana emretti?” deyince Hz. Ali ona: “Sus ey selfa’, ey muhi’, ey karda’, sana hakkıyla hükmettim” buyurdu. Kadın Hz. Ali’den bu sözleri duyunca huzurundan uzaklaştı. Peşinden Hureys oğlu Amru gitti. Ona yetişir ve: “Bayan! Senden acaip hareketler gördüm, Hz. Ali’nin sana söylediği kelimeler nedir ki, sen onlardan hiçbirine cevap veremedin!” der. Kadın: “Ey Allah’ın kulu, Ali’nin bana söylediklerini bir Allah bilir bir de ben. Ondan uzaklaşmamın sebebi de bana daha büyük şeyler söylemesinden korktuğum içindir.” Amru dedi ki: “Bana bildir, sana neler söyledi?” Kadın dedi ki: “Bana ey selfa’ dedi. Manası ‘sen diğer kadınların adet gördüğü yerden adet görmezsin” Ali yalan söylemedi, doğrudur, ben gerçekten böyleyim. Bana: ey muhi’ dedi. Doğrudur, ben erkeklere eş değilim, kadınlarla görüşürüm. Bana ey karda’ dedi. Doğrudur, ben kocamın evine sadık değilim ve ona bağlı da değilim” dedi. Amru: “Ali bunu nereden bildi, sihirbaz veya kahin midir, sende olan şeyleri sana haber etti. Bu büyük bir ilimdir?” diye sorar. Kadın: “Ey Allah’ın kulu! Ali, asla sihirbaz veya kahin değildir. Ancak nübüvvetin Ehl-i Beyt’indendir. Kendisi Resülullah (saa)’ın vasisi ve varisidir. Kendisi Resulullah’tan gördüğünü insanlara bildirir. O, Allah’ın bu yaratıkları üzerine peygamberimizden sonra onun hüccetidir ” dedi. Daha sonra Amru meclisine döner. İmam Ali ona: “Ey Amru! Benim sihirbaz olduğumu nasıl düşünebilirsin?” der. Amru: “Affet beni ey Emir’ül Müminin” der. Hz. Ali ona: “Bunun hesabını Allah’a vereceksin” buyurur. Hz. Ali: “Benim mucizelerimi garip görmeyin. Çünkü bu Allah’ın resulüne öğretip resulünün de bana öğretmesindendir. Bildiğiniz gibi Yuşa bin Nun, Hz. Musa’nın vasisi, Asaf bin Berhiya da Hz. Süleyman’ın vasisidir. Yuşa Güneş’i durdurdu. Asaf da Belkıs’ın tahtını bir göz kırpmasıyla getirdiği zaman Asaf, kitabın bir ilmini bildiğini söylediyse, ben onlardan çok daha güçlüyüm. Çünkü kitap ilminin tümü bendedir” buyurdu. (Hüseyn bin Abdülvehhâb “Uyun el-Mucizât” / Şeyh Müfîd “el-İhtisâs” S.305-306 / Muhammed bin el-Hasan bin Furuh es- Saffâr “Besâir’üd Deracât” S.359-360 / el-Meclisi “Bihâr’ül Envâr” C.41, S.291-293 / El-Hatip Şeyh Muhammed Ridâ el-Hakîmi “Selüni Kable en-Tefkudûni” C.2, S.335-336 Mektebet’is Sadr 1415 Tahran Bas) (1) İbn-i Kesir “el-Bidaye ven-Nihaye C.6, S.94; el-Kunduzi “Yenabi’ül Mevedde” C.1, S.416 Alıntıdır: huseyin.dk/alinin%20mucizeleri.htm
Hem ırk hem inancın var, kimlik verdiler sana
Sen kimsin söyle bana, haber sal dört bir yana İnsanlar asil olur, insan olmak görevdir Allah bir akıl vermiş, hem sana hem de bana. Biz birer kul sayıldık, tek kula kul olmadan Allah sözünü dinle, kısa hayat solmadan Hazreti Muhammed (SAV) kim, son peygamberimizdir Her emaneti bir taç, biat et yok olmadan. Kutsal kıblemiz belli, hak kitabımız belli Çekirdek aile kim, Fatma-Ali’dir belli Hasan ile Hüseyin, peygamber torunudur İslam-Kur’an-Ehl-i Beyt; Allah emridir belli. İmam Hazreti Ali, kutsal Kâbe’ de doğdu O Kâbe’de büyüdü, peygambere denk doğdu Allah böyle emretti, buna uymak bir farzdır (SAV)Muhammed Ali birdir, bu nur putları boğdu. |