OTELLER HANLAR HAMAMLAR İÇİN SÜREKLİ ŞİİR
Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
Daha çok seviyorum Cansever’i, Uyar’ı, Can Yücel’i Bir de fethi Naci’yi, ve elbet Mustafa Kemal’i Ankara Ankara Bir kent değil burası, bir acenta dizisi, Bir işhanı, bir umumi mümessizlik belki, Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi. Sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari? Birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri. Opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir keman kutusu, Osmanlı Bankası davul; Ve Emlak Kredi’yle başlayan camdan metalden bir melodika ordusu: Dol (An) kara bakır dol! Biletim öldü; Gömleğim kirli. Ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde Yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli? Ne derdi buna Sadettin Köpek, Necmettin Pervane ne derdi? Tiren kuşları daha Eskişehir’den başlayarak Çarpa çarpa bedenlerini kara vgonlara Can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini. Evliya Çelebi’ye kenti gezdiren rehberin de Sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri. Bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor Yine de, belli, içi içine sığmıyor. Büyük Millet Meclisi’ni hiç gözden kaçırmamakta O nereye giderse peşini bırakmayan Ankara Oteli: İş Bankası da kendine özgü bir humour’la süzüyor Şimdi biraz daha aşağıda kalmış Anıt-Kabir’i. İşe bak, dün humour sözcüğü için Fransevi’yi açtıydım, "Şetaret" diyordu yanlış okumadımsa Şemsettin Sami: Ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın Çankaya’ya! Ben öyle her şeye dikkat eden bir adam değilim, Ama biliyorum DÇM için Marmara Oteli’ne gideceğim Yakamda gizlilik rozeti, eh çobanıllık da caba; Vergi iadesi için de Stad Otel var, Paraşüt kulesini yukardan görmüş olursun ayrıca. Adını titizce saklayan bir sokak buldum Şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında, Oradan geçerken hep seni düşünüyorum, Belki de oralarda bir yerdesin, Sen tavşan aralığı, Sen ağzımın tadı, Bir buluş gibisin! - Ağır ol Bay Düzyazı, Sen ancak uçağa binebilirsin! II. Ankara Ankara. Ey iyi kalpli üvey ana! III. Biliyor musun başkentim nedense Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de, Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun Ben acılarıma yeterince. Tek boynuzlu yapılar arasında İki katlı ve gözlüklü bir hayırevi Dayandım ak bedenine öptüm öptüm Aşkım değilsen haber ver benzerimi! Her şey öyle yeni ki burda Kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı Ama ben budalalıklarla doldurdum Yıllarca bütün boş sayfalarımı. Şurda işte tam şu noktada Dede’nin İç çekişi Bach’ın soluk alışına karışıyordu, Bir kapıyı açtım ürktüm ve kapattım Bir milyon adam ayakta bira içiyordu. Kim kimdik o gün, unuttum şimdi, Yalnız buz gibi bir odada oturduğumuz aklımda, Hani o arsız sonbahar küçücüğü Gözündeki arpacıkla ısıtmıştı hepimizi. Sen temiz hava saklı su Sen bayan Nihayet Sen bir mevsimin sanat eki Çeşmeler adın kokulu! IV. Hoparlörlerinde halı ve mevlithan Gri gözlerinde zararsız kırlangıçlar, Alnaçlarının ardında kirli kan, Önündeyse temiz ve vurulandan akan. Bugünün şarkısıdır ama yarın için Çıkan her kurşun patlayan silahlardan, Katılaş dur yukarda katılaştığın kadar Artık bir özel ad oldun ey Duman! Kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: Çimento! Alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini, Adakale Sokak’ta İlhan Berk’i görür gibi oluyorum Bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri Şöyle mi derdi İlhan Berk: "Sevdiğim kadınlar yaşlandınız hepiniz Ama, inanın, yine de özlediğim sizlersiniz." Salah Birsel bu dizeleri şöyle geliştirirdi: "İsterseniz İlkyazın gazinosuna Hep birlikte garson girebiliriz." Aldı Cahit Sıtkı: "Özgürlüğümün bir parçası oldun artık Hangi kuytuya düşsen hemen yapraklanırsın orda." Cahit Külebi: "O ozanlar var ya büyük ozanlar Biz yanarken çıkardığımız dumanlar." Evet, Mehmed Kemal, Yılmaz Gruda, Orhan Veli, Şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltı suyu gibi. Sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun Bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini. Ve Hasan Şimşek, Cahit Sıtkı’nın kasabalısı, Ve içtiği rakı kadar bembeyaz Şahap Sıtkı ki Metin Altıok’a devredip masadaki yerini İnanılmaz biçimde bu kentten gittiydi. Tam Ataç Sokak’tan Pazaryeri’ne dönüyorum ki Bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına Terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya Rengârenk kır çiçekleri gibi. - Şair arkadaş, Bir derdin mi var Bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden Ankara’ya gelmelisin. V. Yakındoğu’nun düpedüz İtalyancası: Farsça Yakındoğu’nun zengin Fransızcası: Arapça Yakındoğu’nun duru İngilizcesi: Türkçe Yakındoğu’nun dallı İspanyolcası: Kürtçe Yakındoğu’nun kırık Portekizcesi: Lazca Yakındoğu’nun yatay Çincesi: Ürgüp, Göreme Yakındoğu’nun sıcak ve çılgın esperantosu: pazaryeri, Hani geçen sayıda ondan söz etmiştim de. VI. Ankara Ankara Müfettişler arasından geçiyor tiren |