Dişi Kuklalar Ülkesinde Aperitif Bir Düş Molası
Gözlerimi kapatıp sürekli renk değiştiren bir zühale uçuyorum
Tertemiz yolculuklar saklı yastığımın içinde Çaylak bir yontucuyum ben eski uykular biriktiren Soru işaretleri müzesinin en sadık ziyaretçisiyim O zorba yalnızlıklarımı hiç acımadan heykellerime katık edenim ben Bir zühale uçuyorum –tüm yakıtım biraz tebessüm Pelerinimi rüyalarımdaki kadın dikti – beni de dikerken kendine Nasıl görünüyorum o kitabın en son cümlesinden Yakışmış mı boynuma o kuşların düğümlediği pelerinim Gözyaşı rengi olsun istedim bilhassa Gerçeğe daha yakın olsun diye – gerçeğimden çok uzakta iken Nasıl diye sormayın işte - çok kolay bu serüvenin başlangıcı bir kolumu havaya kaldırıyorum minnacık bir asaletle yeni yaptığım taze bir cümlenin üstüne çıkıyorum biraz da kederle ve uçuyorum o keman ve çello seslerini duyduğum yere rüyamın zarını delip - başka rüyacık küreciklerine Dişi pinokyolar şehrinde buluyorum kendimi – gepetto gibi Elimde kocaman bir baton – pinokyolardan bir orkestra yönetiyorum Aralarda bir çiçeği sağıyorum – kokusuyla dönebileyim diye evime Yepyeni geceler çiseliyor alnıma- bu ne garip bir müjde Mürekkeplerle büyüyor bu ağaçlar – yapraklarında ufak ufak şiirler Bütün dişil kuklalar keyif yapıyor- yalandan şekerler yiyerek Bir dolu kıssadan hisseler ekmişler sertifikalı sanrı ustaları İstediğini kopartıp dinleyebiliyorsun kulaklarınla Bazen unutarak bazen de unutturularak -Kısa bir merak arası- “Peki kim büyütmüştü o dişi pinokyoların burunlarını acaba? Yoksa bu işte düşlerimin bir parmağı olabilir miydi? Heyecana gerek yok Bilsem de söylemem nadasa bıraktım bu soruların yanıtlarını” O büyücünün de dediği kulaklarıma yapışmış olacak ki Hatırlıyorum tüm ezberlediğim ağlamaları bir kanara itip Eğer demişti eğer- anılar dağında gizli olan üzdüğün o kalbin nabzından bir tutam koparabilirsen Ve uyandığında hala nasıl da üzüntüyle attığını hissedebiliyorsan Bir serüven hakkı daha kazanırsın- gidiş dönüş Olmuyor ama olmuyor bin türlü Her seferimde yamacımdan aşağı düşüyorum Onca boyasız kelebeğin ellerimden tutmasına rağmen (sahi boyasızdı değil mi aslında ilizyonist kelebekler) Düşüyorum kanaya kanaya daracık kıyılarıma Sonra her seferinde dinmesini bekliyorum o tufanların Kim kesiyor sürekli rüyalarımın elektriğini anlamıyorum Bir beyaz bir siyah oluyor yer – gök – o çamurdan seraplar Zaten fazla uzaklaşma sakın demişti pelerinimi diken o kadın Orada görürsen eğer- benlerden bile sakın demişti Aldanma demişti – acı veren klonlarıma Ben de en fazla mavime kadar gittim zaten – siyaha ramak kala Bir ara en olur ki kadehimde ki kırmızımda birazcık boğulsam Diye düşünmedim de değil aslında Neyse ki dudak payı bırakmıştım sadece bir masallık Da sırılsıklam bir armağan düşmüştü sanki sıradan sabahıma… Oktay Coşar |
Son derece yalın kelimeleri düşleriyle karma karışık hale getirip insanın beynini zorlayan o farklı,benzeri olmayan kalemi herkes tanıyacak hissediyorum...
Ve o zaman bu farklı kalemi okuma şansına çok önceden sahip olduğumuz için gurur duyacağız okurların olarak...
İyi ki yazıyorsun dostum...
Yine farklı ve yine çok güzeldi...
Selam ve saygılarımla
:S