on dokuz yirmi treni
Yağmurlar dökülür yanaklarından gökyüzünün
Herşeyde bir geçmiş tadı vardır böyle akşamüstlerinde Herkeste bir çocuk yüzü Her seslenişte geçmişin izi Üç kelime vardır böyle akşamüstlerinde yalnız Soğuk, sessiz ve samimi Her yıl tek aydan oluşur Aylar birer haftadan Haftalar da tek günden aslında Günler hep perşembedir Saat hep on dokuz on sekiz Belki geçer diye Geçmeyecek bir tren bekleriz İstasyonda yapraklar anlatır sonsuzluğu hışırdayarak Duymazsın Duymak istemezsin Sanki son kez esmektedir her rüzgâr İçin ürperir Üşür, üşütür ölüm Bizden alırcasına hıncını Karanlıkla sarar etrafımızı Ve rüzgarla işler ruhumuza Ölüm gelip çatar bir kasım akşamı Issız bir istasyonda Boş yük vagonları arasında İğne atacak yer bulamazsın bu ıssız istasyonda Son tren kalkar kalkar durur kararsızlıkla Yolcuların gözü saatte Yorgundur emekli memur Hasan amca Gücü tükenen pazarlamacı yakar bir sigara Son tren kalkar Son tren bekler Son trendir, son yolcuları bekler Kalkmaz yolcular geldikçe Arkası gelmez yolcular, gelirler geldikçe Son kez çalar düdükler Ezilir sigaralar ayakaltında Binilir eski trene sevimli bir telaşla Yol nereye gider bilinmez ama Yola çıkmadan yaşananlar başlanır anlatılmaya Bitmeyen hikayeler uzanır sonsuzluğa Tren kaybolurken karanlıkta Karanlık dönüşür soğuk, sessiz ve samimi bir aydınlığa |