Yine Açık Kalmış Gecemin Penceresiİmece usulü düşler penceremden savruluyor / bahçelerim serenat peşinde Ne kadar bıçkınmış perdem, kaçıp gitmek istiyor penceresinden Ellerimde yumuşacık bir naaş, daha dün gibi çizgilerimizin derinliği Beyazını utangaç bir mevsime ödünç verdi papatya / saksısı güneşlenirken Odamın içinde denizi ölmüş dalgalar / ruhuma kulaç atmaktan yoksunum Yaklaşıyoruz kıyıma / demir atıyor gövdem yalnızlığıma Mataramda kötü günler için biriktirdiğim cümleler Dudaklarımın kovuğunda sakladığım küflü sevişmelerim Evet okumuştum, bu mevsimde en güzel hüzün çıkar, taze taze Masamda bir kitap, açılıyor kendi kendine / kendiliğinden bir edayla En çıplak sayfası , en çıplak harfleri , en çıplak sırları Soyunuyor önümde utanarak, sıyırıyor kapak resmini Düştü düşecek duyguları, düştü düşecek cilveli mürekkebi Son cümlesinin teri düşüyor tenime / kayar gibi hamurundan Susuz çok susuz imlası, çok susuz imlamız, çok susuz imalarımız ürkek, çok ürkek, kayıp notalarını arıyor göğsümde unutmuşum, kaçıncı baskısıydı bu girdaplarımızın bu okunmamış kitaplarımızın / tirajı bizde gizli kitaplarımızın biliyorum, öpünce kapanacak sayfaları tespih böceği gibi renklerin mesaisi bitmek üzere, siyah direniyor kalmak için düş kokulu kadın bibloları vazgeçiyor canlanmaktan yüzümdeki palyaço kırmızı burnuyla kokluyor muzip arzularımı her ay dönümünde böyle bir karmaşa içimde oynaşmasını seven güz takvimleri böyle yaprak döküyor, zifiri beklentilerim üşüştükçe yamacıma telli duvaklı hatıralarım da olmasa vaktiyle çerçevelettiğim kim toparlayacak bu dağınık göz yaşlarını odamdan bir rüyam daha kanatlanıp uçuyor bu gece penceremden zaten taşınmalıyım bu odadan/ dar geliyor artık sanrılarıma umutları kırış kırış da olsa, ben yine eskimiş oyuncaklarımı istiyorum pilli trenime atlayıp, raylarında kaymak, kıkırdayarak kurmalı yollarıma binip , coğrafyacılık oynamak, uzaklarımın acısızlığında çırılçıplak kitabım, acemice diktiğim yalnızlığım bürünürken yine bana saat kuşum kafesinden kaçıp konuyor omzuma, silkeliyor gecemi yeni bir rüya giyiniyorum üstüme , sahne kapanmadan yastığımın altında hiç ellemediğim replikler, terimi silecekler yine nasıl olsa yine geçecek içimden, dört nala koşan şehvetlerim ama şimdi yorgun bir hamalın nefesleri sırtımda, bitiyor görüş vakti gardiyanlar yine hayalsiz bir koğuşa alacaklar beni, uyanana dek uyanana dek duvarları masmavi boyalı şirin zindanlarımda görüyor musunuz işte yine bir varmış bir yokmuş uçurtması kapıldı rüzgarına uçuyor görüyor musunuz belki de hiç olmayan yıldızlara çarparak uçarken kayboluyor görüyor musunuz ıpıslak uykularımda kayboluyor görüyor musunuz? Kaybolu… Oktay Coşar |
O yolda bir izdiham. Ve haykırış. Sesler ve nida. Ve simalarda yalandan hamakat bir tebessüm…Akla basar o yolda ayaklar. Akıl avaz avaz figan eder. Gönülden akan kan derya o yolda ve o yolda cehennem.İnsanoğlu garip.Uçurumlardan gözlüler düşer. Hayır. Her düşen kördür.Yaratılış garip. Ve gerçek.İlahi hikmete akıl sır erdirmek muhal.Kuran “gelseler ve görseler ve dönseler yine gittikleri yoldan gidecekler ve dönmeyecekler” demiş.Kader; aklımızın girmesine izin olmayan ülke…Gönül zaten garip…Sırrı bilsek rahatlayacağız. Yalnız tüm sırları bilsek…Sırları geçsek de rahatlayacağız. Sırları geçen belki tüm sırları bilir duruma gelir.Beden ile ruh arasındaki mesafe; garip.“Ruhu öldürmek bedeni öldürmekten daha büyük cinayet demiş bir mütefekkir.” Bedeni öldüren ruhu da öldürür. Beden leşlerinin üstünde çürümüş ruhlar. Garip.Hayatı düşünmeyen daha mutlu… Şevket Rado Eşref Saati’nde “fark ettiğimiz organımız hastadır” der.Hayatı da fark etmek de ıstırap.
Efendimiz “cennette en çok abid cahiller olur” demiş. Hayatı da onlar yaşamazlar mı?Goethe “bildiğiniz kadar huzursuzluğunuz artar” demiş. Cehennem zaten huzursuzluk…Düşünen insanın içinde bir hüzün nehri akar.
Kendiyle baş edemeyen en büyük mağlup… Mağluplarda keder.Gri bir sonbahar rengi var gökyüzünde. Şairlerde anlaşılmaz bir hal. Hayatın şiirleşmesi ne kötü…Bu cihanda cennet ve cehennem…Hangisini seven ona mı gidecek.Sırları keşke bilseydik. Onun için yolculuk mu gerek.Kolay zafer var mı ki?Hele de aşk yoksa. Aşk yoksa zafer de yoktur. Zafer aşkın kölesi… Aşkı olmayan mevta… Âlem aşk ile ayakta.Aşk bir güzellik iksiri… Çirkin Leyla’yı peri kızı etmiş.Aşk bir örtü… Bahar çiçeklerinden devşirilmiş. Güzel kokulu hayal…Aşk cehennemde cennet… Belki cehennemi cennet eden ibadet… Aşkı olmayan daimi mağlup…Menzile değil aşka gitmeli. Aşkı olmayan menzile varamaz. Aşksızlar kör.Basra’da muzaffer bir âşık vardı; garip. Zaferiyle sekran. Aşkıyla münzevi. Bir sultandı yalnız saltanatı âşıklara ayandı, ölülere nihan; garip.Bir gün onun yanından körler geldiler başka bir aşığın yanına; Medine’ye. Basralıyız dediler. Güldüler, gururlandılar.Medine’de perdeler ayan. Medine mihenk. Medine sema. Milyon yıldızlar orada âşıkane müzkir. Medine’deki güneş, kör Basralıların gözüne ışık oldu şu sözleriyle: “bir garip sizdeymiş duyduk. Bir güneş. Bir kamer ve ay. Yüzünüzde onun ışığından bir şey göremiyorum; garip. Işığa düşmanlığınızın sebebi ne… Ey gönülleri perdeliler.”Bir sükût oldu birden, derin. Gönüllere yolculuk başladı. Sonra sesiz çığlıklarla haykırdılar: “evet var dediler bizde batmayacak bir güneş. Gönlümüz şimdi dedi. Senin ışığın onu da aydınlattı. Senin aşk aynanda başka âşıklar gördük ve aşksızlığımızı;” garip.Hakikat garip.Bir güneşten ayrıldılar Medine’de. Ama içlerinde başka bir güneşin hasreti vardı.Yolda aşk onlara fırtınalaştı. Gittiler Basra’daki aşk tekkesine. “Sana küskünüz” dediler. “Güneşsin sen ama gecemizi aydınlatmak istemedin. Neden” dediler, “neden.”Nedeni garip.Güneş sustu. Güneş olan susar. Aşkı olmayan, görmez anlamaz, aşkı olan ise sormaz.Ve gitti Basra’dan o güneş. Âşıklar aşksızlar arasında garip.Varlık garip.Can-ı gönülden tebrik ederim sevgili şairim çok ama çok güzeldi yazan kalem bakan göze, okuyan gözü bohçalayıp aldı, gitti uzak diyarlara.Sevgiyle kalın hoş kalasınız kalemkar