SON PERDEMİN GÜNEŞLİĞİ
İşte açılıyor kırışık, solmuş perdem, kaçırma son bakışımı!
İşte tek tek topallıyor ağır yaralı karakterlerim, Dişilerim, erkeklerim, veledi zinam, aftosum, senden bozma karelerim… Fonda çalan, hazdan bozma iç çekişlerim, hallenişim… Selam! Selam sana arka sıralardan parlayan yalanyolu. Selamdan veda yaratmakta zorlanmıyor senarist kadınlığım Tezatları seversin diye ezerek üstünden geçtim karalamaların Düzgün el yazılarından alın yazısı doğurdum, canım fena yandı. Arsız bağlaçlarla bağladım küskün, üzgün kasık dekorunu Cümle içinde, replik niyetine kullandım çaçam seni, evet kullandım! Fırlatıp attım bir virgülle, fakat savruluşun ünlem gibi vurdu beni Güldüm… Ah ne güzel vurdu törpüsüz dilin. Ben bu sabah soğuk çayımı yudumlarken, dilimizi yaktım Yandıkça küfürleşen “günaydın”lar oluşturdum, Oluşturdum ve kustum; ve sustum Sustuğum yere hastalıklı şırıngayla noktamı kondurdum. Acıdı mı? Sus canını sevdiğim tütsülü aşık… Acısın… Bol acılı sofralara oturalım, kucak kucağa En çıplak kostümümüzü giyelim, utanma arsız! utanma! En beyaz şaraba bulaştırayım en koyu rujumu, uyarma! Kızarsın kadehler, kızarsın ergen arsızlığın biraz. İskele almaya benzemez beni fethetmek, Utandın mı avurtlum? Sus gözünü seveyim… Sus ki, ketumluğunun ölüsü kınalı bekareti bozulmasın. Canıma ezan okusan da, aramız bozulmasın. Diskur çekme sakın bana mehterhane şeytanı, Kızdın mı? Sus ne olur, güneşe karşı işeyenim… Sus! |