dersimsen dünya kadar kırmızı çocuktun parmaklarınla dünya kadar akrepler taşınıyordu sokaklara soğukluğunu sürdüren bir kaya gibi izliyordu ay ay ve devlet arasında benzerlik vardı orada ikisi de tepeden işgal ediyordu dersim’i açlık orada başlamamıştı belki ama oradan yayılmıştı sürgünler çünkü istenmiyorduk kendi yurdumuzda ormanların her yıl yakılması bundandı belki çocukları bir günah işlese munzur’a girer arınırlardı hiç bakmazdı kaçıncı günahlarıydı diye çünkü munzur sayısız kez akardı ağıtlar yakılıyordu derin vadilerin yüceliğine yüzlerini toprağa yakın tuturak acılarının sonlanacağını düşünen kadınlar vardı köşebaşında çığlıkları özetleyen çocuklar annelerinin serilmiş bedenlerini izliyordu o kadınların örgülü kızıl saçları vardı bir de iki örgü arasına bastırıp öptüğü fotoğrafları yaşlılarının bıyıkları ellerinden uzundu zazaca konuştuklarında derviş gibiydiler türkçe konuştuklarında vatandaş bile değildiler ölüm onlar içindi çünkü kaç kere öldürüldüklerini resmi tarih sayamadı kaç kere atıldıklarını uçurumdan yazılmadı yazılmadı ama görüldü düşenlerin hepsinin sır olduğu sonraları geyik olduklarını dağlara çekilenler bilecekti 14.09.2011 mazlum |