Aslında Ben...
Yüreklerimizde taşıdığımız
Ama farkında olmadığımız emanetler vardır... Kopup gitse bir incir çekirdeği miktarınca ellerimizden, Çığ gibi Afet gibi Ölüm gibi birşey olu verir tarihimiz Can kusan gözlerde yalnız Kadavralaşmış bedenlerin Ruhsuz kımıldanışlarınışları kalır... Gün geçtikçe eriyoruz Yanan bir mum gibi değil Sönen umutlarımız gibi... Kaybettiğimiz değerlere peşkeşimiz... Bu şehir, Ne benimle dolmuş, ne bensiz taşmış. Ama ben bu şehirde doğmuşum, Hamurum eksik kalır suyu olmasa, havası olmasa, Gönüllerde taşınacak kıymetim, Olmaz... Yada ne bileyim Vilayet’te Mimar Sinan canlanmasa İskenderpaşa Camii’nde hararetli vaazler olmasa Vaiz olur olmaz şikayetlerden yakınmasa Gülbaharhatun’da Osmanlı’nın kalbi atmasa Günün ilk ışıklarıyla asırlık çınarlar aydınlanmasa Ya da Ayasofya’da güvercinler Horon oynarcasına konup havalanmasa Gevrek Osman da artık simit satmasa Yağmur aniden bastırıp sırılsıklam ıslatmasa Dört yolda hani unutulmuş kıraathanelerin birinde Şöyle dumanı üzerinde tavşankanı çaylar demlenmese Kararmış tahta döşemeleri gıcırdamasa kahvehanenin Bir kurt masanın ayağını asırlık bir emanetmiş gibi kemirmese Ortahisar’da nur yüzlü dedelerin elleri öpülmese Ve martıların çığlıkları duyulmasa günün ilk ışıklarıyla Karadeniz’in hırçın suları dövmese kayalıkları Balıkçılar artık Vira Bismillah demese Sussa şu koca şehir aniden Moloz’da pazarcıların naraları duyulmasa Hamal amca okşamasa küçük çocukların başlarını Ellerine tutuşturmasa şekerlerini Ve çakmasa yıldırımlar olur olmaz Yakmasa yıkık gemimi Yelkenlerini kıvılcımalara bürümese Ve ben Dümenin başında bir kaptan edasıyla beklemesem ölümü Söyleyin ne bu koca şehir Trabzon, Ne de ben, ben olabilir miydim? Yavuz HAKKANİ |