Kuyu
Gelincik tarlasında bir yaşlı kadının elleri,
kayalar arasında sıkışıp kalmış bir ahşap ev gibi titrek uzanıyordu kırmızı yaprakların arasındaki uykuya ve bozkırdaki tek ağaca son umudunca sarılan yağmur gibi sarılıyordu yapraklar, titrek ellerin çatlak topraklarındaki kuyuya… Aynı anlarda, çok uzaklarda, terk edilmiş bir beyaz kayığın gölgesi, ucu delik ayakkabısından dışarı uzanan parmaklarına, fırından yeni çıkmış ekmeğe bakar gibi bakan bir çocuk gibi düşüyordu suya… Onları ve olanları kendi hallerine bırakıp, kayaları hırçın döven dalgalardan birkaç damla su gibi dönüp sırtımı toprağa, denizlerdeki sonsuzluğa gitmek yerine, dizlerimi büküp oturmak isterdim iki kaya arası bir çatlağa… Ama ya döşümdeki yaralar?.. Yaşlı kadının elleri…kayığın suya düşen gölgesi…son seferindeki bir trende ilk yolculuğuna çıkan bir bebeğin gülümseyen uykusu gibi tuza vuslat hasreti…çatlak bir toprağın koynuna ilk damla düşmesini, dünyanın en güzel türküsünü dinler gibi dinleyebilirler miydi?.. ömrüme düştüğün yerde bir serçe dirilir sonbahar bulutlara evrilir onun yüreği benim gönlüme yağmur yağar |