0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
1187
Okunma

Gelincik tarlasında bir yaşlı kadının elleri,
kayalar arasında sıkışıp kalmış bir ahşap ev gibi titrek uzanıyordu
kırmızı yaprakların arasındaki uykuya
ve bozkırdaki tek ağaca
son umudunca sarılan yağmur gibi sarılıyordu yapraklar,
titrek ellerin çatlak topraklarındaki kuyuya…
Aynı anlarda,
çok uzaklarda,
terk edilmiş bir beyaz kayığın gölgesi,
ucu delik ayakkabısından dışarı uzanan parmaklarına,
fırından yeni çıkmış ekmeğe bakar gibi bakan
bir çocuk gibi düşüyordu suya…
Onları ve olanları kendi hallerine bırakıp,
kayaları hırçın döven dalgalardan birkaç damla su gibi dönüp sırtımı toprağa,
denizlerdeki sonsuzluğa gitmek yerine,
dizlerimi büküp oturmak isterdim iki kaya arası bir çatlağa…
Ama ya döşümdeki yaralar?..
Yaşlı kadının elleri…kayığın suya düşen gölgesi…son seferindeki bir trende ilk yolculuğuna çıkan bir bebeğin gülümseyen uykusu gibi tuza vuslat hasreti…çatlak bir toprağın koynuna ilk damla düşmesini, dünyanın en güzel türküsünü dinler gibi dinleyebilirler miydi?..
ömrüme düştüğün yerde
bir serçe dirilir sonbahar
bulutlara evrilir onun yüreği
benim gönlüme yağmur yağar
5.0
100% (1)