RAHAT UYU BİRTANEM
KEBAN’ a ağlarını sermiş balıkçıların,
Sessizliğine inat, Gurubun kimsesizliğine karışan, Derin haykırışlar içinde, HARPUT’UN kenarından Arap Babanın, Hüzünlü bakışları ve gözyaşları akarken, Gakkoşlar diyarına geri döndün, Tam on beş yıl sonra, Hem de hiç ayrılmamak üzere, Kabul edilmesi zor, Karşı konulması imkânsız, Ebediyette buluşmak sözüyle. Doğduğun günü hatırlayıp, Gözleri dolarak anlatırken annen, Dayanamayıp çocukluğuna geçiyor, Kendine has şivesiyle, Her düşen gözyaşının peşinden, Uzun uzun anlatıyor, Bu kısa hayatını, Kıvır kıvır saçlarını taradığını, Yaramaz çocukluğunu tekrar yaşıyor, Revamı bu Ya rabbim diye, Dua ederken, Kader ona o kadere şaşıyor. Hep sağlıkçı olmak isterdi, İnsanlara yardım etmek, Bir acıyı dindirmek, İyi insanlar yetiştirmek, Amaçlarındandı diye devam ederken, Oldu, yardım etti, yetiştirdi, Diye sözü bağlıyor, Tüm insanların, gözleri suskun lakin Yürekleri hüngür hüngür ağlıyor. ELAZIĞ da sağlık meslek lisesinin önünde, İşte benim lisem diye gösterdiğin günü, GEVHER NESİBE de konuşuyorken, Ne güzel yâd ederdin, hatırlıyorum dünü, Vefa dilinde perçinlenen bir çiçek, Sadakat gönlünde kokan güldü, Sevdan çorak gönlüme akan su, Aşkın neden öldü diye ağlayan bülbüldü. Hani ben teğmen çıkacaktım, Yıllardır beklediğim gün geliyordu, Sen daha birinci sınıftın, Ders çalışıyorduk, Sıcak bir temmuz günüydü Ankara da, Nasılda akmıştı gönlüme ılık bir rüzgâr, Nasılda heyecanlanmıştım, Seni ilk gördüğüm sabahta, Tam üç ay düşündüm, Nasıl söylesem diye, Nihayet bir ekim günü, Gönlümdeki o ılık rüzgâr, Dilimden düştü, ‘’Seni seviyorum HANDAN’’, Suratın ciddileşmişti ama Ben rahatlamıştım, Pır pır çarparken kalbim, Doğru yaptığımı anlamıştım. İki yıl sonra kasımın ikisinde, Kuruyan yapraklar bizim için düşüyor, Sıhhiye orduevindeki insanlar, Bizim için coşuyordu, Ölüm bizi ayırana kadar birleştik, Artık her iki cihanda da eştik. Bir kış günüydü sancıların tuttuğunda, Doksan beş yılının şubat ikisi, EREN doğdu aşkımızın meyvesi. Ne yiğit bir aşkla severdin bizi, Benim iki erkeğim diye, Nasıl bakardın bize, Nasıl göğüs gerer engel olurdun, Bize yönelen her derde, Canımızdın, annemizdin, Elde ettiğin her şeyi hak ettin, Neden ey aşkım neden, Çabuk terk edip gittin. ÇUBUK sağlık meslek lisesi, DOĞUBEYAZIT ve UZUNKÖPRÜ günlerimiz, İSHAK PAŞA sarayını gezmiştik bir gün, Bir daha dönmeyelim diye, Hani babaya dua ederken, Ve MİMAR SİNAN’IN uzun köprüsüne bakarken, Haykırmıştık aşkımızı, AĞRI dağı şahitlik etmişti sevgimize, Nuh’un Gemisi taşımıştı, Bizi birbirimize. İlk doktora gittiğimiz gün, O melun hastalık çıkmıştı, Hiç belli etmedim bir tanem, Ama bütün hayallerimi yıkmıştı, Almışlardı yavrumun süt kaynağının birini, Nasıl yazmıştı Hu da bilmem ki kaderini, Sendeki yaşama azmi, Prensiplerine sadıklığın, EREN’E düşkünlüğün, Ve o büyük aşkımız, Hepsi birer birer geçiyordu aklımdan, Bize olan aşkınla düzeldin, Dünyalar bizim olmuştu, Sen saçlarının döküldüğü an, Ve beyazlara büründüğün zamanda, En güzeldin. Biliyordun bir gün gideceğini, Biliyordun biliyorum, Ama bize kıyamazdın, Bilmezlikten gelirdin, O kadar acının içinde, Yavrumuza ve bana moral verirdin, AZRAİL den korkmadığın, Ölüme hazır olduğun belliydi, Doyamadan gittiğin şey, Yavrumuzun istikbaliydi. Bir gün Ereni sünnet ettirelim derken, Sanki birinci düğününü göreyim der gibiydin, Beraber yaşadığımız her güzelliğin mimarı, Bize hayatı sevmeyi öğreten periydin. O gün geldi ve gittin, Bir kor ateş bıraktın içimizde, Emanetlerin emin ellerde, Öğrettiklerin beynimizde, Rahat uyu bir tanem, Milyonlarca gül olsa da dünyada, HANDAN isimlisi her daim kalbimizde. KEBAN’ a ağlarını sermiş balıkçıların, Sessizliğine inat, Gurubun kimsesizliğine karışan, Derin haykırışlar içinde, HARPUT un kenarından Arap Babanın, Hüzünlü bakışları ve gözyaşları akarken, GAKKOŞ lar diyarına geri döndün, Tam on beş yıl sonra, Hem de hiç ayrılmamak üzere, Kabul edilmesi zor, Karşı konulması imkânsız, Ebediyette buluşmak sözüyle. Rafet Haznedar |