kum saatinin göğsünde elenmiş topraktan 'sen' akıp gidiyorsunşehr-i İstanbul’un mavi gözlerinin sahibi cancağızım Şems’imsin fecr sarısını boyanırken kent bir sem sıcaklığında aydınlatan ışık hüzmem ceplerinde bir kağıt bir kalemi taşıyan bir şâir küçük avuçlarımda sakladığım hacıyatmazlar ve içinde yaşayan can/canan sen şems’in kuş tüyü ışıklarıyla odama düşen cancağızım yarım yamalak kalemin tamlayanı senli cümlelerimin noktasına koymaya çekindiğim satır aralarında yüreğim gecemi gündüze çeviren cansızım hüsnüyusuf gibi yüzünü bana döndür ılık nefesini lados sensizliğin sessizliğini kefen yaptım kendime maviliğinin sağnaklarındayım sümbül-i bulutların azizliğiyle düşüyorum cennetimin topraklarına gün batımı adressiz coğrafyada faili meçhul cinayetlerin tek zanlısıyken kalem oluyorsun yüreğimdeki mürekkebin gece karası gözlerine sinen nura esir düşdüğümden beri esrik bir rüyanım alnına düşen zenci kölelerini yanında tut yâr mihrabına al beni cancağızım semada kanatlanır da melekût alemindeki melekler kutsasın beni. kutsal mabedim sana dua olan nefesimi görmez misini yâr gözlerin ki yaşam iksirim katılaşmış karalığımı erit şems cemalinle ilim ilmekle beni eteğine kucağına aç Meryem Ana gibi al koynuna İsa sevinçlerımi ört üzerimi maviliğini zülfüm köklerinde doğsun zenci kölellerinin kara peçeli gece fecr vakite gebe kalırken kuşluk vaktin olsun yüreğim kalemim seninle gülümsesin cancağızım şehr-i İstanbul seninle ısınırken vuslata yürüdüğüm yolda mevzilenmiş hüsnüyusuf papatya kasımpatıların göke bakan sol tarafı oluyorsun yüreğime süzülmüş apaydınlığımsın can özüm hicranda kaybettiğim geçmişe i dönmeye ramak kala bedenim saatimsin akrep ve yelkovanın iz düşümünde kayboluşum toz topraklı yolda attığım sana uzanan her adım bastığım her toprak izinde ism-i nâzımın dilinde rüzîgâr koynun beni yalpalarken dudaklarımda senin sevdiğin şarkı kilitledim hicranı karanlığa ben sana geliyorum cancağızım yalınayak yürüşümü aldırma sen yoldaki dikenler çıplak ayaklarımın kanamasından korkma can özüm bırak kanasın senin yolunda canım feda eylemeye niyetlenmişken bir avuç kanın bakiyesini boşver sen dudaklarına değdirme o deliverenleri sakın bırak kanasın ayaklarım sana giden yolda bâd- ı saba ile guslenmişken şemsliğinin sıcaklığında ilerlediğim varlığının yüreğimin bayram sabahı toprak bir avuç aziz damlaları sağarken elleriyle bir dağ kırlangıçının kanat çırpışlarında özlem yanığı omuzların vuslat güzergâhının ism-i nâzımınla onurlardırılmış yâr gece karası gözlerini Marmaraya çevir bir toz bulutu suhlardan mülteciliğe soyunurken bakır renkli bulutlar martıları yardıma çağırdı ve sana gelmekteyim Züleyha’nın yüreğiyle ellerimde hacı yatmazlar rengarek vuslat balonların arkasında soluk soluğa koşturmaktayım bekle beni cancağızım kıl gibi inceldi vakit nisan yağmurun azizliği kadar kaldı yolum sana geliyorum sana yâr hicranın engebeli patikalarını geçsem bir günlük yolum kaldı sana Âdemi yoldan çıkaran elma ağaçları kaldı sevgili. cennetimsin şehr-i İstanbul diye sunulmuş cancağızım... acıya minnet eden Yakup sabrını omuzladım bir cocuğun elleriyle bereketli cemalinin Yusuf’un güzelliğinde su gibi aziz tuz gibi mübarekler bırak gitsin gözpınarlarımdan elzem nefes kadar sonsuz bir cana feda bu âşık gece kuytularında yokluğunun yoksulluğum ayak dibine düşmüş hiçliğim gece karası gözlerinde ölüme meyilli bir katil takâtim dayanağım sabrımsın sen cancağızım cocuksu düşlerim yeniden şehr-i İstanbul’a ayak basarken zaman saçlarımı sabırla örülüşüydendi saatin tik takı cemâlindeki tebessüm gonca gül işvesini sarayı nefesim ve ahirim parmak aralarında kalemim ayak ucunda demlenen Marmara yüreğime sunulan zemzemim cancağızım göğüs kafesimdeki paye. seceresi hicran kalabalığıyla dolup taşmış bir kız çoçuğuı Züleyha’nın kırmızılığına düşen sevgili canıma can diye süzülen canânsın beyaz üveyiklerin kanatlarına bağlanın mutluluk kurdeleleri vuslat nevruzu sen cancağızım Yusuf’un kuyusundaki tek ganimetim bedeli ödenmiş vuslatım bağrı yanmış susuzluktan yüreği kurumuş âşık Moda koyuna dolan özlem yanığı deniz yıldızı benliğimi aşıp yürekpâremde çoğalan bitmez umman gamlı yüreğimi Eyyubvâri sabırını tuzlu suyuyla serpiştiren cancağızım Sahrada ki serabın tükendiği vakit dudaklarındai ab- ı hayat sunan sevgili dokunsam toprağa kum saatinin göğsünde elenmiş topraktan ’sen’ akıp gidiyorsun rahmet yağmurunu yağıyor vuslat filizlerine sen cancağızım can özüm sen benim herşeyimsin şehr-i İstanbul gordion 31/05/2011 |