sen hala merhamet yağmurundan guslettirmezsin ki cancağızımMarmara yaralı yüreğimle dudağını arasında tuz/ekmek hakkı var dudağın yamalı gönlüme nice kez tuz serpiştirdi melekût alemindeki melekler ism-i nâzımını anarken ihlasımdan şüphe etmeyesin gel! sına o vakit mihenge vur yüreğimi mihenk taşı kadar halis altını kim anlar ki yâr gök kubbedeki mühendis Meryem ana kilisesinin çukurundan hangi zargoştu çıkardı gamzeli fıstığa benzeyen ağzını bi aç da baldan tatlı şekerler dökesin avuçlarıma ağzın var mı yok mu o vakit anlayayım muradımdan gayri zebunluğa bürünmeden feleği bir alt üst etsem hayalin varken gözlerime uyku mu girer ? yüreğim hicrana sabır mı eler durur açtığın yaralarda lokmanın koyduğu merhem işe yarar mı? bendeniz beytülhazan hastası yâr’in çene çukuruna düşmüş Yusuf’un namını nişanını hürmet eylese sana hicran seyahatini iyiden iyiye anlatayım gel gelelim kalemimin dili Süleymanî olup çıktı başım vuslat eşiğinde ne vakit çağırdın aşk arşa yükselecek Azrail’in soğuk nefesini nasıl giyeyim yâr gönül kuşum vuslat yuvasındayken ucu bucu olmayan gam ummanında hicran sandalı yelkenini açtı da sonsuzluk girdabına yakalanıp düştü gitti yâr vakit fecr âşık bülbül dimâğına er bulma niyetiyle gül bahçesine daldı gül-ü rânâ’nın işvesine baktı kara peçeli gecede çıranın ateşbâzlığında yandı yakıldı âlemi bezeyen cemâlin olmadığı vakit bilmez misin yâr gündüzüm geceye döner gönlüm kemalde olduğu halde sem noksanın içine saklanıp gündün güne eriyor ey lodos! bir gece vaslında bendenizi yâr’in yanına götür bir solukluk ömürde yanında yakılıp yakılan sem’e bürüneyim sen uykudasın aşkın ne ucu var ne de bucağı maşallâh bu sonu olmayan yolda yoldaşınım gel de tuzlu suyun safında yaşam seyyahlıgına girelim çenk çalan zülfünün oyunu mihriliğin silahşörlüğüne güvenip de cem kadehine sunmayasın Süleyman’ı bile karınca iltifat yağmurundan koca bir avuç verirken vuslat şarabından bir kadehi huzuruma kavuşturmaz mısın? o karınca ki Asaf7ı dil uzatıp durdu Süleyman’ın münrünü kaybetti de hiç aramadı beni sarhoş eyleyen cancağızım ok gözleriyle gönlüme yağmalamakta haça benzeyen zenci kölelerini dağıtma vakti geldiğinde nice sofi şarap ummanında boğulur ey güzellik ve alım ülkenin sultanı yaralı yüreğime lâl dudağın tuz ekmeye niyetlendi zil zurna sarhoş gözlerim işve tarlasında sabır harmanına devşirdi azığım gam âlemde senin kapından başka baş koyacağım mekan mesken yok ki yâr zaman yüreğimin harmanına ateş salmaya niyetlendi kara peceli gecenin dar vaktinde bilmez ki bendeniz saman çöpü kadar aciz lâkin ezelî ab-ı hayat istersen halvet kapısını aralayasın o kaynak ki Yunus’un Mevlana’nın kapısındaki bir avuç toprak parçası zülfünün himayesindeki tuzaklar benim sığınağım cancağızım Marmara’nın parlementinde gizli sırlar açığa çıkmakta nasılsa gül mecmuasının kadrini âşık bülbül bilir âşk ayeti ki iki âlemin tecrübeleri bile senden gayri her mahlukatı fani görür yâr toprak lâl ve akik haline dönmeye ramak kala vuslatın tadını aldı ki Nuh tufanını taşıyan göz pınarlarımın azizliğine uğradı ey gönül! yâr’in lûtfundan ümidini kesme âşka dem vurma elinde ıslak vevayların mezcupu sahranın şeydasına büründüm sen hala merhamet yağmurundan guslettirmezsin ki cancağızım gordion 30/05/2011 |
gel gelelim
kalemimin dili Süleymanî olup çıktı
başım vuslat eşiğinde
ne vakit çağırdın
aşk arşa yükselecek
Dost yüreğinden sayfaya düşen güzellikleri kutluyorum her dem selam sevgi dua ile..