ATEŞ PAHASI *
Derler ki, bir zamanlar bir Osmanlı Sultanı
Ormanda ava çıkmış, yanında da erkânı. Av peşinde koşarken herkes vakti unutmuş Bir ceylan vuramadan gün batmaya yüz tutmuş Göğün kararmasıyla başlayan yelli yağmur Ağaçları sallarken, yolu kaplamış çamur. Ne yan kalmış ne de yön, dönmüşler körebeye Çaresiz sığınmışlar en yakın kulübeye. Garip bir oduncuymuş kulübenin sahibi Usûlden buyur etmiş, hünkârı bilmez gibi! Yorgun, ıslak, üşümüş; hünkâr ve maiyeti Üşüşünce ocağa, adam çakmış niyeti. Odun kızıl ağzına, büyük odunlar atmış Donmuş misafirleri hemencecik ısıtmış. Sultan ve adamları epey memnun olmuşlar Huzurda demirleyip, hasbihâle dalmışlar! Hatta bir ara hünkâr: “Gerçek şu ki, şu ateş…” -İkramdan mütebessim- “…cidden, bin altına eş!” Sabahleyin oduncu el pençe divan durmuş Padişah, gitme vakti, samîmiyetle sormuş: “Konuksever efendi, bizleri ihyâ ettin Harlı ateşin ile cümlemizi dirilttin! Böyle bir iyiliği görmedim kaç senedir Şimdi söyle bakalım, sana borcumuz nedir?” “Bin altındır beyzâdem!” der oduncu bedeli. Bunu duyan kesedâr: “Bre densiz… Behey deli… Ne masrafın oldu ki, bin altın istiyorsun? Verelim birkaç kese bu işe ne diyorsun?” Oduncu: “Hizmetimin kadri elbet bilinir Böylesi dağ başında bu ateş az bulunur!” Padişah vekilharca: “Söyletme dahasını Ateş cidden iyiydi, ödeyin pahasını!” Oduncu ve bu olay dilden dile yayılır; Halk bunu garipsemez, tavrı haklı sayılır. İşte, o gün bugündür, bir malın piyasası Değerinden fazlaysa, denir ateş pahası. 28.05.2011 20.23 29.05.2011 00.49 Salih ERDEM /AYDIN |