MALÎHULYÂMı senden evvel bal yapmaz sarıca arılar misali çiçek çiçek dolaşan gönülden gönüle sızmaya çalışan hercaî bir kişiydim elimde asa sırtımda hırka sevda çöllerinde umutsuz aşkların gezgin dervişiydim cümle âlem yar sinesinde bense pejmürde sağanaklar gibi düzen tutmaz yersiz yurtsuz yalnızlık saraylarının en sefil dilencisiydim ıı tövbekâr olmayı kafama koymuştum bıkmış, usanmış avarelikten yorulmuştum bir gün yamalı yüreğimdeki dergâhın kapılarını açtım sen de benim gibi… yuva arayan muhacir bir kuştun uçtun, uçtun bir ala şafakta umutla gelip delişmen yalnızlığıma kondun o günden beri malîhulyâm sen benim… kurtuluşum, ekmeğim, aşım yeniden doğuşum oldun ııı henüz körpe bir filizdin güneş ana kucağın deniz beşiğin kırk ikindilerde yağan yaz yağmurlarını emdin beyazlar içinde… bir erik çiçeği gibi eflatun sürgünler verdin büyüdün büyüdün… doruklarında sevda kuşlarının tünediği…ulu bir çınara döndün o günden beri malîhulyâm sen benim… mavim, yeşilim, ayım, güneşim baharım, yazım, kışım oldun ıv aslında sen yolunu kaybetmiş semavi bir periydin gönlümün en müstesna tahtında oturan… aşk mabedimin biricik dilberiydin daha yaşarken bana cenneti gösterdin benim için hayatın adı sendin bu soluk sevdanın güllerine sen can verdin âlemleri yakan… aysız gecelerde yıldızlar gibi parlayan o masmavi okyanus gözlerin…damla damla gözlerime akardı aktıkça dünyalar benim olur biçâre yüreğimde kızılca kıyametler kopardı deliler gibi sana meftun olan ruhum önce Allah’a sonra sana tapardı sevinçten sevda kuşlarım kanat çırpar kan kırmızı gelincikler ummana yelken açardı seni görünce başka varlığa dayanamayan güneş geceye durur serçelerin nutku tutulur, sırrını dökerdi aynalar salındıkça saçların fettan bir etek gibi kandiller söner, buz dağları yanar bahar yüzüne buseler kondurmak için yarışırdı rüzgârlar sanki gönlümün semalarında dolaşan… efkar bulutlarının arkasına gizlenmiş gün batımıydın yakardı yalaz yalaz kızıllığın adını anmak bile unuttururdu bıçak gibi keskin soğukluğunu yalnızlığın uğrak yeriydin uykusuz gecelerimin ipek bir perde gibi sarardı kadife öpüşlerin işveli rüzgârlara verir bedbaht anılarını geçmişin titrek şafaklara kadar… yudum yudum seni içerdim içtikçe mest olur…yıldız yıldız düşlerime düşerdin v velhasıl malîhulyâm sen benim tarumar olmuş gönül bahçemin en şuh ahusu, en içli duygusu, en nadide gülüydün ıslak bir öpücük gibi her yanıma yayılan sıcacık bir sevgi seliydin ırmak oldun, deniz oldun gürül gürül aktın kalbime doldun o günden beri malîhulyâm sen benim mehtabım, ışığım sabahım, akşamım ölümüm yaşamım oldun vı nasıl oldu bilemiyorum azap meleklerinin yaptığı kara bir büyü değildir de diyemiyorum bir gün apansız zümrüt yeşili ipek tülbentlerle örtülü…en mahrem hülya bahçelerinden simsiyah kefenlere sarıp lâv dolu kör bir hicran kuyusuna attın beni ne diyeyim…! nasıl sitemler edeyim…! mabudem sana bir avuç beyhude heves uğruna tutsak düşüp şıpsevdi ruhuna muamma gönül pazarlarında sattın beni daha menzile ulaşıp kâm almadan kara kaftanlar giyip kurduğun bal mumu sehpalardan özleminle yaralı acılar denizine ittin beni sevdalı ıslak dudaklarından hüzünlü bir veda öpücüğü bile kondurmadan yaşanmamış en güzel düşleri alıp…şaşkın umutlarıma dokunmadan ıssız köşelerde yapayalnız, sırılsıklam hatıralarla baş başa bırakıp gittin beni gittin de; kızıl karanfilleri dalından koparılmış eflatun leylâklar yerine… hezarenler sarmış virane bir bahçe aşk çıkmazında konacak dal arayan… ateşler içinde yaralı bir serçe kırdın kolum kanadım parça parça artık iflâh olmam perme-perişan ettin beni vıı gidince sen; dipsiz hüzünlere bürünen...kâinat çıktı şirazesinden benim gibi o da yörüngesini arar artık ne yaz gelir ne de nazenin bahar vuslata erinceye kadar…dört mevsim kara kış buralar nerede ay? nerede yıldızlar? neden denizler dalgasız nehirler bu kadar hırçın akar? alaca kanatlı kelebekler uçmaz da içimde çığlık çığlığa martılar niçin…! güneş doğmaz, yağmur yağmaz her dem efsunlu saçlarını okşayan rüzgâr dağların etekleriyle oynaşır da sevdamın doruklarında ağlaşan hüzün bulutlarını dağıtmaz niçin…! kül rengi gökkuşağının altında dudağını sana sunmuş kızıl orkideler içli içli ağlarken bu kıraç vadide…nazlı ceylanlar avcılardan kaçmaz sevdalılar bir bir vurulurken…semalarında güvercinler uçmaz vııı reva mıdır yaptığın? bak…! yetim bıraktığın kırık dökük beyaz düşlerim yıldızsız gecelerde lime lime soluyor cehennem ateşi turuncu gözlerin akkor olmuş içimde…alev alev yanıyor gök kuşağı kirpiklerinin gölgesinde üşüyen ümitlerim damla damla donuyor sensizliğin hüznü kara bir sis gibi dalga dalga kuşattıkça bedenimi aşk acısıyla kıvranan yüreğim…pare pare ölüyor ıx sensizlik… ruhumun derinliklerinde…şirpençeye dönüşmüş bir yara oldu ab-ı hayat suyu kuruyan gönül bahçemde ölümsüz sandığım bütün çiçekler sararıp soldu yalnızlığın acısı mordu ve sensiz yaşamak öyle hazin, öyle zordu ki bir zamanlar senin için şaha kalkan doru küheylân…şimdi anadan üryan hezeyanlar içinde… lanetler yağdırıp sensiz geçen zamana…tek tek yelelerini yoldu x sen…! yanık yanık…kokladığım güllerde gizlenen intizarı sadece beni tutmuş…dertli bir türkü müsün? satır satır okudukça ruhumda filizlenen azizelerin kutsamadığı lanetli bir öykü müsün? yoksa an be an makûs kaderimi çizen… alnıma yazılmış ilâhî bir çizgi misin? bilemiyorum…! her neysen… zaten, istesem de silemem, söküp atamam yüreğimde sevda güllerin…hâlâ sırılsıklam xı adını andıkça yalnızlığın ayazında buz tutmuş…gamlı bir nehir ağlar yangın yeri kalbimde kırık kırık delice isyan eder boğazımda… sukut-u hayale uğramış sessiz bir hıçkırık ’nerede sarılacak yıldırımlar arayan o şuh sarmaşık... nerede? ’ xıı sensiz geceler zulüm yatak-yorgan çakıl taşı sağa dönsem hüzün...sola dönsem hüzün hiç çıkmıyorsun akılımdan dört duvarda göz kapaklarıma mıhlanmış yüzün zavallı dilimi susturmak ne mümkün...! adını sayıklar geceler boyu sessiz sessiz alışamadım yalnızlığa yalnızlığın dudakları ne kadar da soğuk ve hissiz keşke bir gölge olsa yanımda gölgesi bile yok yalnızlığın…ölüm gibi kimsesiz xııı çok değil muradım; tek başına kıvrılıp yattığım… buza kesmiş ürperten gecelerde...bir avuç sıcak nefestir oysa…! vuslatınla yanıp tutuşan ruhumu esir almış yalnızlık asmış çaresizliğin darağacına…çölünün soğuğunda tir tir titretir çilekeş yüreğim bu gidişle hazan düşmüş zindanında yalnızlığın mor acısından başka ne sevmeyi öğrenir, ne de sevilmeyi öğrenir sen hiç… ıhlamur buğusuna hasret yuvasız bir serçe gördün mü?..hayal sokağında donmuş gözbebeklerim ipek kanatlarında takılı gelip…gönül pencerenin pervazına konmuş sordun mu derdi nedir? ne olursun…! bir gece koynunda güneşi getir salıver buzullar ülkesine...yalnızlık şakağından vurulsun ne olursun…! bir gece koynunda okyanusu getir döküver aşkın kızıl çölüne...lâlezarımdaki yangınlar durulsun yakma beni sakın ıpıslak ateşlerde bir damla utangaç çiy olup düş...özlemler denizine bol bol lacivert günahlar işle...gümüş rengi düşlerde seni kıskanan yalnızlık perileri kudursun xıv ne olur…! malîhulyâm… uçuk düşlerime hapsedip geceden kaçan güneş misali…o mah yüzünü dönme bana gel otur yine gönül sarayımın tahtına biliyorum seni sevmek boynumun borcu amma; boş hayaller kura kura tutunarak yaşamak çok zor… sadece serçe parmaktan yakalanmış bir umuda hiç olmazsa rüyama gir bir gece sızıver kapı aralığından…usulca el ayak çekilince taş duvarlara baka baka tepeden tırnağa kederler içinde kundaklanmış bir yürekle her akşam ağlamaklı bekletme…başım ellerimin arasında iç çeke çeke hiç olmazsa çıkagel bir gece giriver kapı aralığından…usulca el ayak çekilince xv hiç bu kadar üşümemişti yosun tutmuş gözlerim nerede o ateş topu güneş gözlerin her mevsimi kara kış sensizliğin hiç bu kadar üşümemişti ellerim ısıtmaya yetmiyor gizli gizli avuçlarımda biriktirdiğim nefesin nerede yaşamı okşadığın…seher yeli gibi yumuşacık ellerin hiç bu kadar üşümemişti tenim nerede aşkın nefhasını yayan kül sıcağı şeker pembesi tenin hiç bu kadar özlememiştim güneşe hasret alaca şafaklar gibi duman duman sana hasretim ne olur…! ya bir ırmak ol boynuma dolanıver gitsin ya bir kelebek ol yüreğime konuver gitsin ya da bir kiraz mevsimi… kuşluk vakti geliver, geliver ki, bitsin…! bitsin…! dudaklarımı kanata kanata kırık kadehlerden yudumladığım…o ölümcül hasretin // ihanetin yüreği yoktur // Temmuz 1988-Nisan 1990, Ankara *tahsin özmen,bez bebekler de üşür,çatım ajans&baskı yay,ank,2006 |