AŞIKLAR DERESİ
.....“uçurtmam Aşıklar Köyü özlemine takılı kaldı”.....
belki de bilmezsiniz ‘kızılırmak’ kızıdır bu su pınarların anasından gelir ‘aşıklar’ yoğunlaşır derin sesinde kan gibi sıcak sesinde ter gibi asil sesinde saçları şebboy kokar dolanır özlemin boynuna ıslak ıslak kıraç toprağın ela gözlerinde ‘aşıklar köyü’ yanıp sönerken de bir idi şaire uzak mı kalır ‘kutlu melek’ geçidi… kıyısında söğütler karamıklar gizemli bir aşkın hüznü kavaklar kopup gelmiş ’suluca kara höyük’ten hey pirim aman bizim elin insanı hâlâ insana kıymet verirlerken alçaklığı / ihaneti azgınlığı görmüşler koşmaz olmuş doru tayları yüzleri solgun gibiler kapı önünde suyla bıçak bilerler… kolay değil su gibi olmak kolay değil masumiyete dokunmak selamsız geçmek köylerinin yanından kara dam yıkıntılarına ikide bir rastlamak kolay değil toprağın içini görmek ve ak kemiklere dokunmak tarih birden yaşlanır dedem kadar akşamın kızıllığı / yas tuttururken masumiyet / canları kanatır toprağı taşı oyan yalnızlığı anlatır.. ben ‘aşıklar deresi’ nin ağladığını gördüm evlerinin önünü çöple eşenlere tuzluydu kurumuş dudakları yok olmanın izlerini silmeye çalışıyordu ben onun yenilmediğini gördüm ak göğsü kara taşlara dayalı umudu / cesareti öğüten değirmenlerde yaşamın sıcak unu her öğün ekmeklerde… bir şey vardı gerçeğe aykırı kırılıyordu büyük bir ayna gibi icara ekiliyordu mercimeği buğdayı yarım / yarım soluyordu ırgatları vay elinden vay vay elinden her bir sızı bir şey vardı gerçeğe aykırı bir şey vardı bozulan bir şey vardı köy yolunca kararan kim soracak terk edilmişliğin hesabı duruyordu ‘aşıklar deresi’ kendince akıyordu… ‘ana pınar’ dan ‘aşıklar’ dan ‘küçük kayı’ dan silkinip çıkıyordu gecelerden bağışlanmayan bir öfke kendince kin duymuş tırnaklarına kan oturmuş köyümün öfkesi umut çiziyordu tepelere aydınlık yarınların işçisiydi güneşin altınını geleceğe damıtıyordu büyüttüğü arpa ile buğdaylar akacağı tarlaları zaten biliyordu… oy ‘aşıklar deresi’ oy saklı cennetim al yanaklı düşlerimizin gelini keklik sekişli güvercin topuklu bizi kızılırmağa bizi denize bizi sonsuzluğa bağlayan düşlerimizin savaşlarımızın bozgunlarımızın deresi gümüş kavaklar yanık söğütler koşturduğumuz yangın yeleli atlar oy toprağın türküsü kanayan hâlâ yitirdiği mor koyunu arar kıyılarında bu garip çoban…… 8 Ocak 2010 Mustafa ERMİŞ ’Gül düşün Gül söyle’ |
.....“uçurtmam Aşıklar Köyü özlemine takılı kaldı”.....
belki de bilmezsiniz ‘kızılırmak’ kızıdır
bu su
pınarların anasından gelir
‘aşıklar’
yoğunlaşır derin sesinde
kan gibi sıcak sesinde
ter gibi asil sesinde
saçları şebboy kokar
dolanır özlemin boynuna ıslak ıslak
kıraç toprağın ela gözlerinde
‘aşıklar köyü’
yanıp sönerken de bir idi
şaire uzak mı kalır ‘kutlu melek’ geçidi…
kıyısında söğütler karamıklar
gizemli bir aşkın hüznü kavaklar
kopup gelmiş ’suluca kara höyük’ten
hey pirim aman
bizim elin insanı
hâlâ insana kıymet verirlerken
alçaklığı / ihaneti
azgınlığı görmüşler
koşmaz olmuş doru tayları
yüzleri solgun gibiler
kapı önünde suyla bıçak bilerler…
kolay değil su gibi olmak
kolay değil masumiyete dokunmak
selamsız geçmek köylerinin yanından
kara dam yıkıntılarına ikide bir rastlamak
kolay değil
toprağın içini görmek
ve ak kemiklere dokunmak
tarih birden yaşlanır dedem kadar
akşamın kızıllığı / yas tuttururken
masumiyet / canları kanatır
toprağı taşı oyan yalnızlığı anlatır..
ben ‘aşıklar deresi’ nin ağladığını gördüm
evlerinin önünü çöple eşenlere
tuzluydu kurumuş dudakları
yok olmanın
izlerini silmeye çalışıyordu
ben onun yenilmediğini gördüm
ak göğsü kara taşlara dayalı
umudu / cesareti öğüten değirmenlerde
yaşamın sıcak unu her öğün ekmeklerde…
bir şey vardı gerçeğe aykırı
kırılıyordu büyük bir ayna gibi
icara ekiliyordu mercimeği buğdayı
yarım / yarım soluyordu ırgatları
vay elinden vay
vay elinden her bir sızı
bir şey vardı gerçeğe aykırı
bir şey vardı bozulan
bir şey vardı köy yolunca kararan
kim soracak
terk edilmişliğin hesabı duruyordu
‘aşıklar deresi’ kendince akıyordu…
‘ana pınar’ dan ‘aşıklar’ dan ‘küçük kayı’ dan
silkinip çıkıyordu gecelerden
bağışlanmayan bir öfke
kendince kin duymuş
tırnaklarına kan oturmuş
köyümün öfkesi
umut çiziyordu tepelere
aydınlık yarınların işçisiydi
güneşin altınını geleceğe damıtıyordu
büyüttüğü arpa ile buğdaylar
akacağı tarlaları zaten biliyordu…
oy ‘aşıklar deresi’
oy saklı cennetim
al yanaklı düşlerimizin gelini
keklik sekişli
güvercin topuklu
bizi kızılırmağa
bizi denize
bizi sonsuzluğa bağlayan
düşlerimizin
savaşlarımızın
bozgunlarımızın deresi
gümüş kavaklar
yanık söğütler
koşturduğumuz yangın yeleli atlar
oy toprağın türküsü kanayan
hâlâ yitirdiği mor koyunu arar
kıyılarında bu garip çoban……
8 Ocak 2010
Mustafa ERMİŞ
’Gül düşün Gül söyle’
Güzel bir anlatımdı, şairini kutluyorum.Yunus diyarından selamlar.