KÜÇÜK KIZ
Küçük bir kız vardı, örgülü saçlı
Sümüklü, pasaklı, adı Dilara’ydı Küçük bir kız eteği yamalı Düşe kalka dizleri yaralı Küçük bir kız vardı, henüz altı, yedisinde Biz, o yıllar, çiçeği burnunda toy delikanlı On yedisinde, on sekizinde Ne olup bitiyorsa mahallede, sanki bizim tekelimizde Dayıydık, delikanlıydık, gençtik İsyankârdık, akılları bir karış havada adamlardık Küçük sümüklü Dilara Kimi aşk mektuplarımızı taşırdı, ablalarına habersiz Kimi alaylarımıza boyun bükerdi sessiz Sarı saçlarını bölük bölük örerdi anası Kirletmeye, dağıtmaya görsün saçlarını, dayaktı sonrası Salya sümük ağlardı, burnunu çeke çeke Acırdım ben ona, ağlar görünce, bilmem ki niye Belki de yoksuldular diye Çıkarır verirdim bir sakız parası Bu da yeterdi küçük kızı sevindirmeye Giydikleri hemen hemen aynıydı her gün O pembe çiçekli mavi entarisi Veya kısa etekli kadife elbisesi Topu topu, iki üç giysiydi hepsi Ayrılmazdı bazen peşimizden “abi, abi” diye Kimi sepetler, defederdik Küçük kız, biz yarınlardan habersizdik Demiştim ya, delikanlıydık, sevdalıydık Akılları bir karış havada adamlardık Durmuyordu şişede durduğu gibi meyler Boşaldıkça kadehler Uçuyordu, yarım akıllarımız da yerinden Bir gece dönerken meyhaneden Laf atma yüzünden Öteki mahalle gençleriyle kavga çıkıverdi Belli de değildi ya kim kime ne demişti Kim kimin anasına küfür etmişti Dedim ya, şişede durduğu gibi durmuyordu Cemal, nereden bulmuştu, nereye gizlemişti Birden bir sustalı çıkardı, deli gibi saldırdı Ortalık bir anda kana bulandı Öteki gençler dağılıştı, kaçıştı İnsanlar yollara çıkıştı Yol ortasında bir genç cansız yatıyordu Cemal, donmuş kalmış, tir tir titriyor Sustalısından kanlar damlıyordu Çok geçmedi, polis sirenleri duyuldu Karakollar, mahkemeler, zor günler Kara günler derken Cemal’i yıllarını geçireceği Gençliğini çürüteceği, dört duvar arasına yolcu ederken Biz suçsuzluğumuzu kanıtladık Ama adımız çıkmıştı bir kere serseriye Adımızı aklayamadık Kötü gözle bakılır olmuştuk, gidersek nereye Ne evin ne mahallenin tadı kalmamıştı Kolay mı, adımız cinayete karışmıştı Rehberi karga olanın yoluna batmıştık Biz suçsuzluğumuzu kanıtlamıştık ama Kolay mı, kolay mı, insanlara bunu anlatamamıştık Ve bir gün çektim gittim gurbete Gurbet yolları bu Ah ulan! Düşmeyen ne bilsin Gurbet acısı bu Anasını satayım, çekmeyen ne bilsin Dokuz, tam dokuz yılımı yedim gurbette Kimi şarkılar diyordu ya; “uğramadım yedi yıldır yurduma” Ne yedisi be! Ben dokuz yıl uğramamıştım yurduma Sonunda hasret yetti canıma, döndüm Kapım açılıp ta bulunca karşımda anamı Sarılıp boynuna ağladım doya doya Bütün saçları ağarmıştı anacığımın Kolay mı dokuz yıl bu Benim bile başıma karlar yağmaya başlamıştı Zaman en iyi ilaçtır derlerdi, doğruymuş Çok şey değişmişti Bir gün yolda ona rastladım, tanıyamadım “hoş geldin abi” diyordu, nede tatlı sesi vardı Billur billur akıyordu Sarı saçları omuzlarından beline salınıyordu Hiç öylesine güzel yeşil gözler görmemiştim Karşımda bir güzellik abidesi duruyordu “hoş geldin abi” diyordu Kimdi bu güzel kız, tanımıyordum Utandım, sıkıldım “affedersiniz, beni birine benzettiniz sanırım” dedim Gülümsedi tatlı tatlı “ben Dilara’yım” dedi Gözlerime inanamadım, gerçekten oydu Çirkin ördek yavrusu büyümüş Zarif bir kuğu olmuştu Tırtır kozasından çıkmış Dünyalar güzeli bir kelebek olmuştu Küçük, sümüklü kız mıydı bu Yeşil gözleri alevler saçan güzel... “hani ağladığımda, saçlarımı okşayıp sevdiğin, sakız parası verdiğin o Dilara’yım ben” dedi yine Şaştım kaldım, bir şey oldu sanki dilime Tek kelime konuşamadım Gözlerimi o yemyeşil gözlerden ayıramadım Gülümsedi “ görüşürüz” dedi, tatlı bir sesle Uzaklaştı öylece Çekildim bir köşeye, seyrettim ardından gizlice Ne olmuştu sana küçük kız, neler olmuştu küçüğüm İlk görüşte aşk olur muydu, olmaz mıydı, bilmiyorum ama Gitmişti yüreğimin usu İçime çökmüştü onu yine, yine görmek arzusu Sanki o yeşil gözler, bana kurulu bir pusu Ve ben düşmüştüm içine Ne olmuştu bana birdenbire böylesine Yüreğim takılıp kalmıştı o yeşil gözlerine Sık sık karşılaşıyorduk Ayaküstü birkaç laf etmeden geçmiyorduk Bazen konuşmasak bile Gözlerimizi birbirimizden ayırmıyorduk Oysa ben o güzel gözlere doya doya bakmak O yeşil gözlerin içinde kaybolmak istiyordum Kendime bile itiraf etmekten korkuyordum ama Ama ben o küçük kızı galiba seviyordum Anlıyordum, yüreğim sevdalara yelken açmak üzereydi de Kendi kendime gelin güveyi olmamak gerekti elbet Önce kafamdaki soruları çözmeliydim Ondan sonra harekete geçmeliydim Söz açıp Dilara’dan, ağzını aradım onun bunun Öğrenmem gerekeni öğrenmiştim, sağdan soldan Herkes söz ediyordu, terbiyesi, güzel ahlakından Hepsi de olumluydu duyduklarımın İnsanlar böyle söyledikçe O güzel, yeşil gözler, gözlerimin önüne geliyordu Kalbim umut, kalbim mutluluk doluyordu Geçer olmuştum sık sık kapısını önünden Kimi görünür el ederdi penceresinden Rahatsız oluyordum artık, bana “abi” demesinden Utanıyordum, söyleyemiyordum Bana “abi deme” desem, yanlış anlar, diye çekiniyordum İtiraf ediyorum işte, seviyordum, hem de çok seviyordum Gel gelelim, açılamıyordum, söyleyemiyordum Hey küçük kız, sümüklü, dizleri yaralı, sıska bacaklı Örgülü saçlı küçük kız, küçük Dilara, Dilara’m Bir akşamüstü çarşıda karşılaştık Sokağımıza doğru beraber yürümeye başladık Evine vardık ki, ayrılırken gözlerimin içine bakıp Tatlı tatlı gülümsedi, iyi akşamlar diledi Dileğinin sonuna adımı ekledi Ama Ama bu kez bana “abi” demedi Yalnız, yalnız adımı söyledi Hafifçe başını öne eğdi, utanır gibiydi Elini tuttum, sanki avuçlarının içi yanıyordu Keşke sonsuza dek elleri ellerimde kalabilseydi Yalnızca “hoşça kal bir tanem” diyebildim Yürüyordum O kapının önünde duruyordu Ardımdan bakıyordu Bütün gece uyuyamadım, hep onu Onu düşündüm durdum Şaşıyordum kendi kendime Ben nasıl böyle yüreğimden vururdum Ben ki başımdan neler neler geçirmişim Ben ki gurbetin kahrını çekmişim Ben şimdi Sevdaların buğusuyla puslu, yemyeşil gözlerin esiri O altın gibi sapsarı saçların kölesi Ben ki bir vakit, saçlarını okşayıp Sakız parası verdiğim Küçük bir kızın sevdalısı Tutkunu, yürekten vurgunu olmuşum Akla gelmeyen başa gelirmiş, derlerdi, inanmazdım Meğer gerçekten öyleymiş Açılmıştık birbirimize böylece Buluşur olmuştuk sık sık, gizlice Can atıyorduk geçirmek için her anı beraberce Koşuyorduk kırlara, bayırlara Issız tenha yollara O salkım söğüt altında başımı yaslayıp dizlerine Saatlerce bakardım o yeşil gözlerine Göğsüme yasladığında başını Usul usul okşardım, o şahane sarı saçlarını Ve sonra öper, öperdim doyasıya o çiçek çiçek dudaklarını Kimi “senin olacağım” dediğinde “hayır” derdim “ben seni beyaz gelinliğin ile alacağım, ben bile el süremem sana, ben o ap ak duvağın temizliğine, kutsallığına inanıyorum seni öyle istiyorum” sarılırdı boynuma, kalırdı öylece Küçüğüm benim bu dünyada ne güzellikler düşüyordu Sevgi uğruna, sevmek uğruna kurtlar sofrasına Küçüğüm benim, emanet ediyordum ben, seni sana... Zor günler yaşıyordu şimdi Dilara, babası ölmüştü Yoksulluklarına bir de ölüm acısı düşmüştü Buluştuk yine bir gün gizlice o salkım söğütün altında Gözleri şimdi hüzün doluydu, buğulu pusluydu “Aydın’a taşınıyoruz” dedi “dayımın yanına” “bu yoksulluk içinde katlanamaz olduk babamın yokluğuna küçük kardeşim bile gidemez oldu okuluna” Yüreğimden vururmuştum Engel olamadım gözlerimin yaşlar ile dolmasına Bastım küçüğümü bağrıma Oturduk sessizce bin hüzün içinde, salkım söğütün altında Git, dedim sonunda; git küçüğüm yolun açık olsun Gözlerin kalmasın arkada, Hele bir vakit geçsin bu acılar küllensin Benim de işlerim düzelsin, anam ile gelip seni isteteceğim Hani o bembeyaz gelinliğin ile geleceksin bana Seni başımın tacı edeceğim, sen şimdi git, git küçüğüm Gözlerin arkada kalmasın, sakın o sevgi dolu kalbine acı dolmasın Ayrılık girmişti ya araya Şimdi bir boşlukta gibiydim Günler dönmüştü aya, aylar sanki yıla Aşkımız kala kala kalmıştı mektuplara Kimi son çektirdiği bir resmini Kimi bir zamanlar öptüğüm o dudaklarının izini Gönderiyordu mektuplarında Okuyordum o mektupları satır satır Defalarca, yüzlerce, binlerce Okuyordum, ezber edince Öpüyordum, kokluyordum Hasret ile dolup dolup, gözlerimden yaşlar gelince Ne haller oluyormuş insana neler neler Meğer böyle, böylesine yürekten sevince Bir mektubunda zarftan çıkanı görünce ağladım mutluluktan Sarı saçlarından bir tutam vardı Dünyalar benim olsaydı, değişmezdim ben o bir tutam saça İnsan aşkını, insan yüreğini, sevgisini, sevdiğini Kaça satardı, kaça İnsan aşkıyla, onuruyla, sevgisiyle yaşamalıydı, varoldukça Küçüğüm, Dilara’m sen benim her şeyimdin Anlamıyor muydun bilmem Mektuplarıma satır satır yazdıkça Şiirlerimde mısra mısra anlattıkça Küçüğüm, Dilara’m, anlamıyor muydun? Ben kahroluyordum, sensiz kaldıkça Bir zaman geldi mektupları seyrekleşti Gelmez oldu Merakta kaldım günlerce Aklada iyi bir şey gelmiyordu insan merağa düşünce Başı mı dardaydı, hasta mıydı? Neden günlerdir bir satır yazmıyordu Nihayet sonunda gözüm aydı Yine mektupları gelmeye başladı Ama bilmem bana mı öyle geliyordu Mektupları artık eski tadı vermiyordu Eskisi gibi aşk, eskisi gibi hasret, eskisi gibi duygu O eski Dilara kokmuyordu Artık bu mektuplar bana Dilara’yı getiremiyordu Yine de beni küçüğümün yokluğunda teselli ediyordu Ediyordu ya, istemiyordum aklıma kötü şeyler getirmek Zaten yetiyordu bana, onu için için özlemek Beni hayata bağlayan, canım gibi Öpüp kokladığım Mektupları geliyordu, geliyordu ya, buda bana yetiyordu Küçüğüm yanımda olmasa da mektupları vardı En sonunda En sonunda bir gün Bir gün bana düğün davetiyesini yolladı Hayır bu bir şaka değildi Çünkü hiçbir şaka bu kadar zalim olamazdı İşte o gün, bir ben değil Bir anam değil O salkım söğüt bile halime ağladı... Gürsel İLERİ |
Şiirini okudukca inanın bir şeyler , kesitler buluyor insan kendi yaşamından.
Eğer şiirin bir kurgu ise tadında bir kurgu olmuş.Yok yaşanmışsa gerçekten
çok üzüldüm davetiye alan insana. Eğer yüce ise ancak böyle güzel analtılır sevgi.
Kalemin var olsun ki böyle çalışmaları bize sunabilesin.
Sevgi ve umutla kal şairim.