ARAYIŞ
Arayışları hiç bitmeyen Abdullah Alperen’e
kurgular düzüyorum beynimde senaryolar uçarı bir boşluk yaşıyorum başrolde adı tam konulmamış bir boşluk figüranlar: hayat, ölüm ve sarhoşluk ayrılıktan dem vuranlar bahtsız insanlardır bence şehrin en muamma köşesinde, varoşlarda yalnızlığa hapsolan rakılı aşklar beyaz peynir ve enginar huzur vermiyor artık düşler görüyorum karma karışık kısa metrajlı siyah-beyaz bir yapım kim bana düşman, kim barışık belirsin diyorum artık ’iyiler’ ve ’kötüler’ yoksa nereye kadar gider bu kirli aşk bu körpe ayrılık bu masum hasret acaba nerde biter şu küflenmiş nefret? neden hep Yeşilçam filmleri izliyorum sanki? niçin hoşuma gidiyor bunlar? Mecnunun hikayesi ne saçma! ayrılık şarkıları istemem artık mor fistanlı notalar kulaklarım muhabbet türkülerine aşık ey kara kışta, kara batmış, kara sevda vurgundur gönül, seher yeli değmemiş sevgilere ikindi güneşinin soldurmadığı titremeler her buse dudaklarımda puslu bir alyans ve her alyans bir ışıktır geceye sabaha gebe sevişmeler, anlamsız düş mü bu, gerçek mi bilmem? kör bıçak paslı gezer zihnimde ey orta boy, az kudurgan şiirler artık avuçlarım kapalı hırsızlara ’tırnak içi’ cümleler çekilsin diyorum aradan büyük harfle yazılmayan kırık dizeler... duyun: rol yok bu hikayede vefasız selamlara pazar yok ey rengi sarısında kaybolmuş öksüz duygular... faturalı sevdalar kansız büyüyor bugün sokaklar kahpe düşlerin koynunda ıssız ve münhal dereceler, o kadından bu erkeğe lanetli aşklar pembe gecelerde yalnız adı var mı lügatlerde ölümün ve hayatın? rüzgar olup uçtu mu tanımsız ayrılıklar? merhamet memuru katiller... kim bilir... hangi gönlü okşuyor en saf yeriden kaderin mürekkebi şefkat dişi sökülünce vesvesenin korkudan çıldırırken şeytanlar inlerinde ahraz gönüllere tomurcuk olan neyse odur işte oruçlu ruhuma sahur göğsümün en orta yerinde kanayan bir özlem ve mahzun kalplere yağmur kendimi bulmak isterken kendimde aklım bir aslan pençesinde tutsak duygularımsa… eh işte, yürüyor ağır aksak kalbim aşka mağlup, beynim başka şeylere bazen pembe düşünüp siyah konuşuyorum gün ortasında karanlığa koşuyorum bazen yeni bir doğuş arıyorum günahsız rahimlerden sonsuzluk ateşini harlıyorum içimde arzular yakıyor beni götürüyor kör bir yola zekamı sağ elime alıyorum, hislerimi sola fena-beka sınırları aşıldı geçildi zaman-mekan sorular azık, cevaplar pusula albasmalı bohcalarımsa mihrap aşklarım tanrı oluyor içimde hislerim kah ince, kah hovarda koşuyorum dibi görünmeyen karanlığa ah şu deli sevda! ondan gelmiştir işte ne gelmişse başıma... bazen kaybediyorum kendimi melek girmez sokaklarda kendimi seyrediyorum bazen ateşten bir aynada şu deli sevda var ya… bazen derinliklere çekiyor beni ıssız koruluklara bazen de çingene pazarına aklımı tırnaklarımın ucuna alıyorum çölde su arıyorum gölde ateş güneş arıyorum toprağın altında bir soru düğümleniyor boğazıma katıksız lokma, demir leblebi bu hayat acaba yaşamaya değer mi? buruşturup yoksa çöpe mi atmalıyım onu? kör bir bıçakla kısasa ne dersiniz? böylece gelir belki kahpe düşlerin sonu yoksa Hira’ya mı sığınmalıyım, yarı mahcup? Olimpus’a mı çıkmalıyım budalaca? kafamda bin türlü tuzak belki de bir balığın karnından bakmalıyım hayata ıslak dehlizlerde kovalamalıyım gölgemi devlerle çarpışmalıyım Ergenekon’da ya bir nebi ya bir bozkurt yol göstermeli bana pıhtılaşan sorular durulmalı artık aptal duygu âmâ akıl korkak zeka... belki de köprü olmalıyım susuz bir dereye insanlar hoyratça ezmeli beni geçenden kırk dolar almalıyım zorla geçmeyenden altmış akça olur ya… belki de yağmur olup yağarım çölleri sularım göz yaşlarımla yıldız olup geceyi aydınlatırım gökten sonra tek bir soru kalır geriye, beynimi kemiren hadi... işkencesiz bir cevap bulsana var mısın, yok musun ey ’ben’? ne karakol, ne berzah, ne sırat... hiçliğe atılmış bir ok musun yoksa? ’evvel zaman içinde inleyen ahir hayat’ 1997-2006 |