Deli Senfonisiomzun yorgun bir dağ yamacı, çekilsem yıkılacaksın düşlerin sönmüş karanfil, bilincin aşka tutuklu, olmasam çıldıracaksın düşer gecenin karmaşasına sağanak duygular ağlasam, döker yapraklarını görkemli ağaçlar ölsem, umutlar küser olağandışı dediğin nedir ki! artık her şey ilenmektir alı, mavisi dökülmüş sapsarı bir yel güneş gibi yalnızım, evren denli yalnızlık yosunlar bağladığında sessizliğimi bir yağmursuz bulutmuşum oysa ne kadar da yokmuşum içine kanayan umutmuşum kendimiz yaptık, kendimiz taptık yeryüzüne sıvanan balçıktan öte neyiz ki! ey insan!.. sen duygularının ve tutkularının sürüngeni değil misin? de ki ona... kafatasında taşıdığın kerhanedir, yüreğinden açılır kapısı kaç suçsuz can, kaç gelecek gömdün tarihin apışarasına tarih seni kanıyor ışığın ayın arka yüzünde kaldı, anlasana kim çizdi beni bu resmin en kuytu köşesine gözyaşlarım senin olsun, ağlasana müzik de sustu, son ihanetiydi yaşamın kırıldı içimdeki resmin kısrağı, beynimdeki deli senfonisi hey! yüreğime saplanan hırçın yabancı, içime yıldırım gibi düşen siyah saçlı sanrı içinden kaç yılkı geçti üşüdüğümüz ve unuttuğumuz sevdaların seni ne zaman düşünsem karnımın ortasında yanardağ, sevmesem çeker miydim bunca acıyı, sabır kangren oldu yoksulum, yorgunum, ufkum sonsuza açık, çığlıklarla geçti üstümden karanlıklar yıllar ve yıldızlarla tükendim, damarlarımda kan yerine karıncalar üşüyen ağaç bedenim, çürüyen tomruk sızısı dudağında ürkek bir öpücük gibi duran ben’deyim içimdeki kırmızı imgeyi nereye koysam utanır gözyaşlarım yağmur kokusudur topraklarında kararıyor son ışıklar, son bekleyiş, son sesleniş, son tükeniş bu şiire artık ne eylül girebilir ne haziran günleri öyle dövdük ki aşk olsun, acımadan eylül mora döndü haziran ebruli sırı dökülmüş aynalardaki son mavi içimin en yangın yerinde çılgın krizantem sen yoktun, kanlı gözyaşlarımı sensiz dokudum yeryüzünü sensiz okudum utkusuzdun, erilimle beslendin benim açlığımsa düşünümde seni geçmişten ve gelecekten söküp aldım üstüme yıkıldı tarihin duvarı ellerin artık hırçın keklik sürüsü, külleri ateşe veren tersine akan nehirler gibisin içimde ilkelini özledim, cennetten kovulmadanki yabanıllığını aslında düşsün, sancılı bir düşüşsün boş bardak damlayı tanımaz; ama dolusu taşıyamaz şiirler yazdım, şiirler yazdın, şiirler yazdık tapınır gibi tanrıya kutsal gömlekler giydirdik "aşk" gibi, bütün sabahlara kızıl gülücüklü gül gözlüm, şiirler ki kirvesidir aşkın beni soğurmanın telaşı mı şiirlerdeki son tutsaklığındır aşk senin, son kutsallığın inatçı tanrılara son boyun eğiş duygu denizimde pembe bir telaşsın yağmursuz mor gök gürültüsü aşk usumun neresine sığındı kaç dizede üşüdüm, kaç dizede boğuldum bir bilsen sen kal, ben sessizce gideyim bu şiirden Adnan ACAR |