Yalancı bahar gelmiş, aşkın İrem bağına Erken yeşeren düşler, hazanla gazel oldu Güzel bir âhu girmiş, aşkımın çardağına Melûl melûl bakışı, bende lâyezâl oldu
Nasıl kıyarım sana! Senin yerin yamaçtır Nâpâk el dokunmasın, kadife yaprağına Şu koca âlemdeyse, temiz insân birkaçtır Salyangozun salyası, değmesin yanağına
Yaban çiçeğim bırak! bırak düşe düşeyim! Küçük bir kelebeğim, hep karanlığa uçan İnan bana, ne olur! bu dünyâda lâ-şeyim Kimsesiz bir bebeğim, şevkate kucak açan
Boynunu büküp büküp, bakma bana ne olur Kaldır başını göğe, güneşler öpsün seni Kırılsa tek bir dalın, bütün kalbim burkulur Kaldır başını göğe, güneşler öpsün seni
Bir yaprağın düşerse, dalından çamurlara Yıkarım gözyaşımla, silerim dudağımla Yazları solduğunda, ağlarım yağmurlara Kapanırım secdeye, ıslanmış yanağımla
Bırak beni boşluğa; boşluk bana bataklık Çekemem içine ben, seni yaban çiçeğim! Kalbim de aşklarıma, lanetli bir mezarlık Gömemem içine ben, seni nâlân çiçeğim
Yerin altına insin, saçın gibi köklerin Bedenimi de sarsın, bir melek gibi ânî Şu adımı haykırsın, o bulutlu göklerin Yüzümü de yıkasın, inen rahmet-i gânî
Soner Çağatay 6 Aralık 2010 / Wuppertal Kelimeler: Lâ-şey: Hiçbirşey, hiç Rahmet-i gânî: Bol rahmet (Yağmur) Lâyezâl: Ebedî
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
YABAN ÇİÇEĞİM (2) şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
YABAN ÇİÇEĞİM (2) şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Daha dün okuduğumda SALYANGOZON SALYASINI anlamıştım. Ama sanırım ki anlayamayanlar seni üzmüş..Sen yaz şair..Anlaşılmak gibi bir derdin olmasın.Anlayan anlıyor zaten..Üstelik şiir her yüreğin kapasitesi ile ölçülemez.. Tek yazmak istediğim eleştri böyle yapılmaz.. Özgür bırakın şairleri !... Sorgulamayın! ESRA
Nasıl kıyarım sana! Senin yerin yamaçtır Nâpâk el dokunmasın, kadife yaprağına Şu koca âlemdeyse, temiz insân birkaçtır Salyangozun salyası, değmesin yanağına .....katkısı olurmu bilmem.Acemi şahin in ikazından sonra ne anladığımı yazmak istedim. Hiç kimse ne anladığından sorgulanamaz sanırım.Hatta Şair bile ne yazdığını çoğu zaman okurun yorumunda keşfeder. Ben zaten sana kıyamazdım.Ve yamaçta yaratıldın ki ulaşılması zor olup,bırakın pis elleri temiz eller bile sana dokunmasın.Hiçmi pislik yok? Belki evet,salyangozun salyası tabiatın kaçınılmaz kiri sayılabilir.Ve seni bundan bile korusun yaratan yanağını kadife yapraklara benzettiğim sevgili. .....Her kıtayı açabilirim ama bencileğin olur.Geriye bir tek şey kalmış.Baktığını düzeltemiyorsa insan bakışını düzeltmenin peşinde olmalı. ....Zaman zaman bende tepkiler veririm.Acemi şahini de anlıyorum bu manada.FGakat ben beğenmediğim beyiti alıp kanımca şu şekilde olmalıydı diye tavsiyede bulunur.Muhakkak buna dair bir cevap alırım.Ya serzeniş duyarım ya takdir.İkisinede kapımı daha yorum yazmadan açık bırakırım.Ve asla incinmem.sevgi ve selamlar.
Şiirin hikayesi şöyle. Hayatının en zor anında bir kızla tanışır. Kişi onu yamaçta bir çiçeğe benzetir. Boşluktan kasıt, kişinin ruhi bunalımıdır. Kişi sevdiğini (Çİçeği) oonun içine çekmek istemiyor. Fakat onu çok seviyor. İstiyor ki bu çiçeğe (Kıza) salyangozların salyası (yani şehvetle bakan insanların dudağı ve salyası değmesin) değmesin. O yamaçta, kimsenin eli değmeden yaşasın. Bu şiiri anlamak için 50 kıtayı okumak gerekir. Şiirde teşbih var. Aslında mana çok açık. Biz şiiri yanlış tahlil ediyoruz. İlk önce şiirinn ana temasını bulmak lazım. Bana eleştiri yazan, balıklamasına dalmış.
Sümüklü böcek gittiği yere sümüğünü bulaştırır. Yazar çiçeği ondan uzak tutmak istemektedir.
Nasıl kıyarım sana! Senin yerin yamaçtır Nâpâk el dokunmasın, kadife yaprağına Şu koca âlemdeyse, temiz insân birkaçtır Salyangozun salyası, değmesin yanağına
nâpâk = sanırım kirli demek .. neden türkçesi varken bu kelime... :)... insân : doğrusu insan değil midir?... ve allah aşkına söyler misiniz... salyangos salyası nereden çıktı yaa.... böyle bir şey bir şiire nasıl iliştirilir anlamadım
Yaban çiçeğim bırak! bırak düşe düşeyim! Küçük bir kelebeğim, hep karanlığa uçan İnan bana, ne olur! bu dünyâda lâ-şeyim Kimsesiz bir bebeğim, şevkate kucak açan
el insaf diyorum... lâ-şeyim ... bu nedir böyle... böyle bir tamlama olabilir mi?...
Boynunu büküp büküp, bakma bana ne olur Kaldır başını göğe, güneşler öpsün seni Kırılsa tek bir dalın, bütün kalbim burkulur Kaldır başını göğe, güneşler öpsün seni
e tabi... öpsün kelimesine uygun bir kafiye bulunamayınca mısrayı tekrar etmek en akıllıcası :)
Bir yaprağın düşerse, dalından çamurlara Yıkarım gözyaşımla, silerim dudağımla Yazları solduğunda, ağlarım yağmurlara Kapanırım secdeye, ıslanmış yanağımla
bu kadar zorlamayın bence... cümleleri ardarda okuyunca komik geliyor ...
Bırak beni boşluğa; boşluk bana bataklık Çekemem içine ben, seni yaban çiçeğim! Kalbim de aşklarıma, lanetli bir mezarlık Gömemem içine ben, seni nâlân çiçeğim
valla ne yalan söyleyim... bu cümleleri kim duysa sizden.. bence ardına bile bakmadan çeker gider zaten... ne demek ? kalbim aşk mezarlığı :) kaç aşkı öldürdünüz ve bataklık:)
Sayfama hoş geldiniz. Evvela şunu belirteyim, 7 ay kadar oldu şiirle iştigalim. Her bilimin ve her düşünce adamının bir dili vardır. Bizler onların kullandıkları kelimeleri anlamadan düşüncelerini anlıyamayız. Almanya'da dil felsefi ve psikolojisi okumuş biri olarak, dile çok önem veririm. Bu da şu demek değildir: Ben Türkçeyi en iyi kullanıyorum. Bir millet nasıl geçmişiyle bütünse, bir insan da geçmişiyle bütün olmalıdır. Bunu sağlamanın birinci şartı dildir. Dil olmadığı sürece geçmişe gidemezsiniz. Ben şiirlerimi tribünlere yazmıyorum; yazmam da. Hatta bu sayfada çok az şiir okurum. Ben yazar giderim. Okuyucumunun benim kavramlarımı ve bunlara yüklediğim manaları anlaması için onların manalarını ve telmihlerini yazıyorum. Size şu demek zorundayım, bilgi ve dil hususunda acımamam kimseye. Dili mahdutun, fikri de mahduttur.O kelimeleri öğrensek ne kaybederiz? İngilizce öğrenmek için ülkemizi terkediyoruz. Almanya’da yaşayan biri olarak, Batının gelişme nedenlerini çok iyi biliyorum; zira burada master yaptım. İstanbul’daki Süleymaniye Kütüphanesini belki biliyorsunuz. Batı’nın teknik ve felsefik tekamülünü sağlayan binlerce kitap, o kütüphanelerden Batı ülkelerine tercüme edildi. Bu tercümeler Batı’nın reform ve rönesansının başlamasına neden oldu. Fakat bizler, gözümüzün önündeki bu eserlere sırt çevirip, Batı’nın kendi dil ve kitaplarımızdan geliştirdikleri ve tercüme ettikleri kitapları onlardan tercüme ettik. Hatta Türk bilim adamlarının eserlerini de Fransızca’dan tercüme ettik. Sen bırakırsan bu dili ve bu dil ile oluşmuş felsefik veya tarihî bilgileri, böyle yabancılardan pahalıya alırsın. Okumak için buralarda benim gibi çile çekersin. Halbuki bu kitaplar senin ülkende ve gözlerinin önündeydi. Fakat dine ve dile olan kin ve düşmanlık sebebiyle bunları terkettik. Henry Corbin, Suhreverdi’nin felsefesini araştırmak için İstanbul’da beş yıl kaldı. Kütüphanemiz de meçhul kalan Suhreverdi’yi dünyaya tanıtan da odur. Bunu biz yapmalıydık. Ama hakaret de olsa, aptal bir toplum olduk. Bunun içinde bir zamanlar ben de vardım. Ama şimdi yokum. Olmamak için 20 yıl ve günde 12 saat ilimle ve dil ile iştigalim oldu. Doğu’yu da iyi bilirin Batı’yı da.
Ben bir insan olarak maziye de gidebilmeliyim istikbale de. Bunun tek yolu mazinin dilini bilmektir. Bu yüzden isterse beni hiç kimse okumasın ya da yorum yapmasın, umrumda değil. Kimseyi de sayfama çağırmam. Şiirimde kalite, fikir ve duygu varsa zaten okunur. İnsanlar okuyacak diye de dilimden taviz vermem. Dil benim nasumdur. Bunu elimden geldiği kadar korurum; kirletene farklı uslublarla cevabımı veriririm. Ben bir medeniyetin çocuğum; medeniyetim üç dil konuşurdu edebiyatta. Ben de öyleyim.
Derste Prof Reichmut’a Şey Galibin eserini okurken bir soru sormuştum: ,,Sayın Reichmut, Dil İnkilabı hakkında ne düşünüyorsunuz’’. ,,Bir millet geçimişini ve kültürünü çöpe attı. Bilgi birikimini çöpe attı’’.
Ben de bu çöplükten o güzel şeyleri çıkarmaya çalışan biriyim. Meşhur olmak gibi bir derdim de yok. Zaten bu sayfa da Durak Yiğit beyin hatırını kıramadığım için kalıyorum. Zira bu sayfada ne ciddi bir konu ne ciddi bir edebiyat var. Bundan normal insanları, yani derdini paylaşmak için yazan insanları hariç tutuyorum. Şiirlerimin kendim açısından bir okunuş tarzı var. Ben kelimeleri zar atar gibi kağıda atmam. Kafiye olsun diye de kendimi zorlamam. Ben ancak duygularımı kendi kelime dağarcığımla anlatırım. Çünkü bende en az 20 bine yakın kelime var. Abartmıyorum. Ben kelimelerle dans ederim. Kelimelerimi özenle seçerim. İç ahenge çok değer veririm. Ve ben üç dilde yazarım. Zira benim ana dilim üçtür: Arapça, Farsça ve Türkçe. Şiir diline Farsça ve Arapça daha uyugun bir dildir. Beş dil bilen biri olarak, bunu ratahatlıkla söylüyorum. Bazı mısraları, hatta bazı mısranın yarısını tekrar ederim. Bunu vugu veya halet-i ruhuyeme göre yaparım.
,, Osmanlı rahatsız ediyordu Mustafa Kemal’i. Silinmesi gereken bir vesikaydı tarih.... Harf inkilabı altı yüz yılı rafa kaldırdı. Ve tarihsiz bir memleket ibda etti. Kuzey komşumunuzun işine geliyordu bu. Tarihinden kopan bir ülke her maceraya sürüklenebilir...Mustafa Kemal’in etrafında şahsiyeti henüz billurlaşmayan seyyal ve idare-i maslahatçı bir avuç okur yazar. Mustafa Kemal musikiyi değiştirmeye kalktı, yapamadı. (301) Ağaç kökü ile yaşar. İnsan da öyle. Mazi gövdemiz. Maziden koptuk, istikbale bağlanamadık. (298)
Türk şâirinin, örnek olarak aldığı ve gerçekten de çok eski, çok köklü bir kültürü olan Farsçadan mefhum alırken kelime almaması, kendini bilerek, isteyerek sefalete mahkum etmesi idi.... Mesela yeni harflerden önce, ilk mektep tahsili yapan bir İstanbullu Refik Halit’i, Reşat Nuri’yi, Halide Edip’i rahat okuyabiliyordu. ( Eminim edebiyat faküğltesi mezunu Cumhuriyet döneminde yazılmış romanları anlıyamıyor; bu yüzden hep sadeleştirdik)
....Halkın seviyesine ineceğiz diye, dilimizi papağanınkine benzetmek, halklaşmak değil, eşekleşmektir (72)... Fransızca’da aslı Fransızca olan kelimelerin sayısı yüz elliyi geçmez. Aynı dilde Arapça, Farsça hatta Türkçe menşeli kelimeler çok daha fazla sayıdadır. (72)’’ Batı dilini en fazla etkileyen Farsça’dır. Ve o diller de Farsça kökenki kelimeler var. Onlar bundan şikayetçi değil, fakat biz komşumuzun dilinden şikayetçiyiz. Onlarla daha fazla alış veriy yapıyoruz. Biz çok akıllıyız, Avrupa aptal değil mi?
Ciddi olarak bir edebiyatçı veya şair olmak isteyen kişiler dil bilmelidir. Eğer buna emek vermeden yapmak istiyorlarsa, lütfen kalemi kırıp gitsinler. Dediğim gibi dertleşmek için yazanlara sözüm yok. Onlar yazsın en azından kendilerini geliştirirler. Onları takdir ediyorum.
Dil meselesinde taviz vermem. Boyun eğmem. Çünkü ben dilin kıymetini bildiğim için inatçıyım; muarızlar ideolojik baktıkları için, dil bilmedikleri için bana hücüm ediyorlar. Aslında yanlış yapıyorlar. Yenileceğim bir meydana çıkmam.
Her filozofun bir kelime dünyası vardır. Onların kullandıkları kelimeleri anlamadan, onları anlamak zor. Bu yüzden benim kelimelerim, düşüncelerimin şifresidir. Bir şey almak isteyen gelsin buyursun. Ama sataşmak için gelmesinler. Bana başka şeyler sorsunlar. Almanya’yı sorsunlar. Almanlar kitap okyur mu bunu sorsunlar? Luzumsuz sorulardan bıktım. Kusura kalmayın. Biraz sert oldu ama, iyi oldu. Bilgilerimi tazeledim. Dil benim davamdır, namusumdur. Tenkidiniz beni tatmin etmedi. Saygılar.
Not: Alıntılar Cemil Meriç’in Jurnal 1’den alınmıştır.
Sayfama hoş geldiniz. Evvela şunu belirteyim, 7 ay kadar oldu şiirle iştigalim. Her bilimin ve her düşünce adamının bir dili vardır. Bizler onların kullandıkları kelimeleri anlamadan düşüncelerini anlıyamayız. Almanya'da dil felsefi ve psikolojisi okumuş biri olarak, dile çok önem veririm. Bu da şu demek değildir: Ben Türkçeyi en iyi kullanıyorum. Bir millet nasıl geçmişiyle bütünse, bir insan da geçmişiyle bütün olmalıdır. Bunu sağlamanın birinci şartı dildir. Dil olmadığı sürece geçmişe gidemezsiniz. Ben şiirlerimi tribünlere yazmıyorum; yazmam da. Hatta bu sayfada çok az şiir okurum. Ben yazar giderim. Okuyucumunun benim kavramlarımı ve bunlara yüklediğim manaları anlaması için onların manalarını ve telmihlerini yazıyorum. Size şu demek zorundayım, bilgi ve dil hususunda acımamam kimseye. Dili mahdutun, fikri de mahduttur.O kelimeleri öğrensek ne kaybederiz? İngilizce öğrenmek için ülkemizi terkediyoruz. Almanya’da yaşayan biri olarak, Batının gelişme nedenlerini çok iyi biliyorum; zira burada master yaptım. İstanbul’daki Süleymaniye Kütüphanesini belki biliyorsunuz. Batı’nın teknik ve felsefik tekamülünü sağlayan binlerce kitap, o kütüphanelerden Batı ülkelerine tercüme edildi. Bu tercümeler Batı’nın reform ve rönesansının başlamasına neden oldu. Fakat bizler, gözümüzün önündeki bu eserlere sırt çevirip, Batı’nın kendi dil ve kitaplarımızdan geliştirdikleri ve tercüme ettikleri kitapları onlardan tercüme ettik. Hatta Türk bilim adamlarının eserlerini de Fransızca’dan tercüme ettik. Sen bırakırsan bu dili ve bu dil ile oluşmuş felsefik veya tarihî bilgileri, böyle yabancılardan pahalıya alırsın. Okumak için buralarda benim gibi çile çekersin. Halbuki bu kitaplar senin ülkende ve gözlerinin önündeydi. Fakat dine ve dile olan kin ve düşmanlık sebebiyle bunları terkettik. Henry Corbin, Suhreverdi’nin felsefesini araştırmak için İstanbul’da beş yıl kaldı. Kütüphanemiz de meçhul kalan Suhreverdi’yi dünyaya tanıtan da odur. Bunu biz yapmalıydık. Ama hakaret de olsa, aptal bir toplum olduk. Bunun içinde bir zamanlar ben de vardım. Ama şimdi yokum. Olmamak için 20 yıl ve günde 12 saat ilimle ve dil ile iştigalim oldu. Doğu’yu da iyi bilirin Batı’yı da.
Ben bir insan olarak maziye de gidebilmeliyim istikbale de. Bunun tek yolu mazinin dilini bilmektir. Bu yüzden isterse beni hiç kimse okumasın ya da yorum yapmasın, umrumda değil. Kimseyi de sayfama çağırmam. Şiirimde kalite, fikir ve duygu varsa zaten okunur. İnsanlar okuyacak diye de dilimden taviz vermem. Dil benim nasumdur. Bunu elimden geldiği kadar korurum; kirletene farklı uslublarla cevabımı veriririm. Ben bir medeniyetin çocuğum; medeniyetim üç dil konuşurdu edebiyatta. Ben de öyleyim.
Derste Prof Reichmut’a Şey Galibin eserini okurken bir soru sormuştum: ,,Sayın Reichmut, Dil İnkilabı hakkında ne düşünüyorsunuz’’. ,,Bir millet geçimişini ve kültürünü çöpe attı. Bilgi birikimini çöpe attı’’.
Ben de bu çöplükten o güzel şeyleri çıkarmaya çalışan biriyim. Meşhur olmak gibi bir derdim de yok. Zaten bu sayfa da Durak Yiğit beyin hatırını kıramadığım için kalıyorum. Zira bu sayfada ne ciddi bir konu ne ciddi bir edebiyat var. Bundan normal insanları, yani derdini paylaşmak için yazan insanları hariç tutuyorum. Şiirlerimin kendim açısından bir okunuş tarzı var. Ben kelimeleri zar atar gibi kağıda atmam. Kafiye olsun diye de kendimi zorlamam. Ben ancak duygularımı kendi kelime dağarcığımla anlatırım. Çünkü bende en az 20 bine yakın kelime var. Abartmıyorum. Ben kelimelerle dans ederim. Kelimelerimi özenle seçerim. İç ahenge çok değer veririm. Ve ben üç dilde yazarım. Zira benim ana dilim üçtür: Arapça, Farsça ve Türkçe. Şiir diline Farsça ve Arapça daha uyugun bir dildir. Beş dil bilen biri olarak, bunu ratahatlıkla söylüyorum. Bazı mısraları, hatta bazı mısranın yarısını tekrar ederim. Bunu vugu veya halet-i ruhuyeme göre yaparım.
,, Osmanlı rahatsız ediyordu Mustafa Kemal’i. Silinmesi gereken bir vesikaydı tarih.... Harf inkilabı altı yüz yılı rafa kaldırdı. Ve tarihsiz bir memleket ibda etti. Kuzey komşumunuzun işine geliyordu bu. Tarihinden kopan bir ülke her maceraya sürüklenebilir...Mustafa Kemal’in etrafında şahsiyeti henüz billurlaşmayan seyyal ve idare-i maslahatçı bir avuç okur yazar. Mustafa Kemal musikiyi değiştirmeye kalktı, yapamadı. (301) Ağaç kökü ile yaşar. İnsan da öyle. Mazi gövdemiz. Maziden koptuk, istikbale bağlanamadık. (298)
Türk şâirinin, örnek olarak aldığı ve gerçekten de çok eski, çok köklü bir kültürü olan Farsçadan mefhum alırken kelime almaması, kendini bilerek, isteyerek sefalete mahkum etmesi idi.... Mesela yeni harflerden önce, ilk mektep tahsili yapan bir İstanbullu Refik Halit’i, Reşat Nuri’yi, Halide Edip’i rahat okuyabiliyordu. ( Eminim edebiyat faküğltesi mezunu Cumhuriyet döneminde yazılmış romanları anlıyamıyor; bu yüzden hep sadeleştirdik)
....Halkın seviyesine ineceğiz diye, dilimizi papağanınkine benzetmek, halklaşmak değil, eşekleşmektir (72)... Fransızca’da aslı Fransızca olan kelimelerin sayısı yüz elliyi geçmez. Aynı dilde Arapça, Farsça hatta Türkçe menşeli kelimeler çok daha fazla sayıdadır. (72)’’ Batı dilini en fazla etkileyen Farsça’dır. Ve o diller de Farsça kökenki kelimeler var. Onlar bundan şikayetçi değil, fakat biz komşumuzun dilinden şikayetçiyiz. Onlarla daha fazla alış veriy yapıyoruz. Biz çok akıllıyız, Avrupa aptal değil mi?
Ciddi olarak bir edebiyatçı veya şair olmak isteyen kişiler dil bilmelidir. Eğer buna emek vermeden yapmak istiyorlarsa, lütfen kalemi kırıp gitsinler. Dediğim gibi dertleşmek için yazanlara sözüm yok. Onlar yazsın en azından kendilerini geliştirirler. Onları takdir ediyorum.
Dil meselesinde taviz vermem. Boyun eğmem. Çünkü ben dilin kıymetini bildiğim için inatçıyım; muarızlar ideolojik baktıkları için, dil bilmedikleri için bana hücüm ediyorlar. Aslında yanlış yapıyorlar. Yenileceğim bir meydana çıkmam.
Her filozofun bir kelime dünyası vardır. Onların kullandıkları kelimeleri anlamadan, onları anlamak zor. Bu yüzden benim kelimelerim, düşüncelerimin şifresidir. Bir şey almak isteyen gelsin buyursun. Ama sataşmak için gelmesinler. Bana başka şeyler sorsunlar. Almanya’yı sorsunlar. Almanlar kitap okyur mu bunu sorsunlar? Luzumsuz sorulardan bıktım. Kusura kalmayın. Biraz sert oldu ama, iyi oldu. Bilgilerimi tazeledim. Dil benim davamdır, namusumdur. Tenkidiniz beni tatmin etmedi. Saygılar.
Not: Alıntılar Cemil Meriç’in Jurnal 1’den alınmıştır.
Buram buram sevgi kokan sevgiyi zikir haline getirmiş bir tesbih bütünlüğünde 3 çevrim bir şiir olmuş.Dön yüzünü güneş öpsün teşbihinde güneşe bakan gözleriniz hissedilecek kadar sıcak bir duruşa sahip.Dinlemekte nasip olur inşallah okudum 3 kere.Tekrarların ritme faydası olmuş.kanımca.Güzel bir fon bekliyor kulaklarım.sevgi ve selam.
Boynunu büküp büküp, bakma bana ne olur Kaldır başını göğe, güneşler öpsün seni Kırılsa tek bir dalın, bütün kalbim burkulur Kaldır başını göğe, güneşler öpsün seni
YABAN ÇİÇEĞİM 2 .YİNE ÇOK GÜZEL YİNE HÜZÜN DOLU YÜREĞİNİZE SAĞLIK DEĞERLİ DOST YÜREK TEBRİK EDİYOR BAŞARILARINIZN DEVAMINI DİLİYORUM SELAM SAYGIMLA..
Bir dost yürek bana 'beni seni kelimelerini çok kullanmışsın' demişti..Bende mümkün olduğunca azaltmaya çalışıyorum.Sende de bunu gördüm şimdi...Kalemin güzel ama dikkat edersen daha güzel olacak şiirin.... Şimdi bunu göze alarak tekrar oku şiiri..Sanırım farkedeceksin.. Her şeye rağmen güzel bir anlatımdı,tebrikler... Slm ve dua ile..ESRA
Tek yazmak istediğim eleştri böyle yapılmaz..
Özgür bırakın şairleri !...
Sorgulamayın!
ESRA