Firari çığlıklar kopar
serseri bir zaman çarpar ıslak kaldırımları
parke taşların sırtında büyür hasret ay ışığından çaldım fecir nağmeleri sükunetin ıssız damında bekler uzak iklimler sakinlerine dağıtırken sokak lambasına tutunan umut gülümse mesinden bile mahrum bıraktı yüreğimi... doğallığını kaybetti insan süreti herbir şeyin üstünde sanal eğreti ne kadar ter döker fabrika kızı sofraya kolay girmiyor fırındaki ekmek kokusu umutların tükendiği yerde yaşam dinmeyen sızı... "hayat bu işte anne" diyor on yaşındaki bir kız torun çok şaşırtan cevap derinden düşün! "anlıyorum ciğerparem" hayatın sunduğu şekerin tadı sana mahoş tu şimdi tam idrak edemen gördüğün o manzara kalbine kaostu... ey umutlarıma siyahı giydiren tusunami farzet hiç esmedin hiç uğramadın bu sokağa yaşayarak ögrendim acı ile tebessümü gençliğimin siyah beyaz gel- git düşleri en zayıf anında bile mağrur oturur kasım akşamların yalnızlığı içimde tuşlandı onca özlem yüreğimde duydum mavi çırpınışları... bir daha bir daha sev demiş miydim kırılgan eflatunları sahiplenirken omirilik kemiğime oturan sonbahar oyalar arı gibi hayalperest düşlerimi... firari çığlıklar kopar sinemin en ücra damarında yanılmalar olsa da hayatı sevmekten vazgeçmez gözlerimden dökülür terli hüzünkär melodiler sonra kireci beyaz yüreğimin odaları ve efkärlı tebessümler geçip gider ömrümün uzak iklimler sokağından... |