Katil KimKatil Kim ’Bir gazete haberinden...’ Ocağa iki kesek, Odun-kömür yerine tezek; Akşamleyin attı.. Sıcağına; Kendi sıcağını kattı... Çocuklarını topladı yanına, En küçüğünü aldı kucağına... Şefkatle baktı, Dört çocuğuna... Henüz doğmamıştı birisi, Birden sancısı tuttu... Kocasını andı... Acaba ne iş tutup, Gün boyu nasıl çalıştı...? Çocuklar aç, Hava soguk; Vakit akşamdı... Tepe ki Bitlis’in tepesi... Sapanın en sapası... Yola çıkmasın kişi; Yanında yoksa sopası... Vakit akşam vakti, Dağlardan kurtlar aktı... Belki ayılarda vardı... Ayıdan çok korkardı Sabiha... İçerde ne varsa eşya, Yardımlaştı bebelerle; Yığdı kapı arkasına... Kömür-gaz-petrol-kalorifer; Değil kendi, adı gelmemişti daha, Bir zembil odun, birkaç kütük ver; ALLAH’ım tezek dayanmıyor soğuga... Bu kar ki kimine eğlencelik, Demek yetmiyor yurdumda ki güzellik, Bizi bağlıyorken evimize kar; Ki gidiyorlar gavur ele üstelik... Devlet baba, sen ki; Her daim yanımdaydın... Duadır dilimde eski; ’Devlete millete olmasın zeval’ Ruh gibi canımdaydın... Bu gün benden uzaksın, Ne var ki... Ulaşmadı elin-kolun... Ulaşmadı ışığın-yolun... Düşündü bunları Sabiha, Bir yandan gözledi kocasını... Yalvardı ALLAH’a; Kavuşsun sağ-salim kocasına... Kapı çalındı birden; Geldi vallaha... Evin yerine, Buraya şöyle çıkılabilir ancak; Çıkarken dizin-dizin... İnerken sürüne-sürüne... Akıl başka yola vermez izin... Hayvan çıkamaz kışın, Tepeye nalıyla.. Nalı söküp nalbant, Ayağına lastik çaksın, Ki ancak böyle çıksın... O da varsa katırı, Varsa belki eşeği... Yoksa bir degneğin yardımı, Adamı yüzükoyun yatırır, Cam gibi buz tepeyi sardımı... Bu yoldan aşağı, Kayaların üstüne, Düşenler var başaşağı... Yolda maksat can kasdine... Kiminin kolu, Kiminin bacağı, Kırıldı kaldı... Sakat olan, Şükrederdi ALLAH’a, Sönmemişti ocağı... Çoktu zira, Kolsuz bacaksız hayatta kalan.... Nurettin gördü, Sabiha sancılanmış... Karısına sordu; Doğacak olan varmış... Yıkılmasın evimin direği... Çocuklarım anasız olmasın... Gitmesin ana, gitmesin çocuk; Evlatlarım bir kardeş eksik kalmasın... Nurettin önce, Emanet etti Rabbine... Evlatlarım korku düşmesin, Hiçbirinizin kalbine... Gerçi gelen olmaz ya, Bu havada, bu sapaya... Ses almadan hiçbiriniz, Kapıyı açmasın ha...! Biz geliriz sabaha... Hastane altı kilometre... Kar metre-metre... Tipi çok zalim; Donardı çehre... Karısı sırtında, Çıktı besmeleyle yola... Hastaneye vardı, Ancak saatler sonra... Hastane ıssız... Kalmış tek hastabakıcı, Koca binada... Bakışları ümit vermiyor, Birazda yakıcı... Aynı şeyleri dedi, Başkalarına dediği gibi; Ona da... Yere dikti gözünü, Utandı söylerken sözünü, Senin işin burda olmaz; Herman’a git dövme dizini... Dinlemedi Nurettin, Sevinçliydi ulaştığına hastaneye... Hani utanmasa oynardı bile... Bağırmak, çağırmak, Türkü çığırmak istiyordu... Sabiha’sı kurtulsun istiyordu... Aldı hekimin, Evinin adresesini, Çıktı evi aramaya lakin; Bıraktı bir sedyeye Sabiha’sını... Aradı, buldu doktoru evde... Işığı saklamıyordu perde... Amma doktorda o hüner nerde...? Ben anlamam doğumdan, Kardeşim kusura bakma, Lütfen gider misin; Canımı sıkma...! Nurettin, Buldu bir şoför... Yalvardı şoföre, Ne varsa vere... Çıktılar yola... Amma yol-yol değil... Herman o kadar, Yakın da değil... Onbeş kilometre vardı... Yol belli değil... Hiç iz kalmamış; İz belli değil... Vardılar Herman’a, Çevrede en büyük; Sağlık ocağına... Burası demek sağlık ocağı... Durmadık geldik, Yakın ettik ırağı... Etrafı aydınlatmaz olmuş çerağı... Kapı duvar, duvar taş, pencereler kapalı... Güya bu bina ki, maliki biz, TÜRK’e tapulu.. Nurettin bağırdı, Yardıma bir hekim, Bir ebe, bir hemşire çağırdı... Ses gelmedi karşılık; Bina sağırdı... Düşündü Nurettin, ’Eskiden öyleydi, Şimdi de öyle... Benden vergin, Benden askerin... Bir yaradır, İçimde derin... Aradım nerdedir, Ey devlet baba; O eski yerin..? ’ ’Şimdi kendinde kendini, Kaybetmiş bir haldesin... Yetiştirip öğündüğün aydını, Adını bilmediğim gavur ellere, Kaçırıp elinden; Oralarda kal dersin...! ’ ’Bizim elde doktor kalmamış, Yaramıza melhem bile çalmamış, Doktorları biriktirip yad elde; Niye bizim ele hekim salmamış...? ’ Yaşı dondu gözünde, Bir şey yandı özünde, Belki kurtulmak da var; Ümit dermandı dizinde... Buz cam gibi... Görmeye izin, Vermiyor tipi... Muş Bitlis’e; Beş saatlik yol, Sık dişini Sabiha’m; Dol vaktim dol...! Dol vaktim dol...! Bismillah, ya ALLAH...! Varırız belki vallah...! Muş’a vardık, Ancak sabaha... Arabada yattı, Konuşmadı Sabiha... Sandım ki soğuktan, Dilini tuttu... Çıktık çıkalı yola; Tek söz etmedi daha... Doktor uzattı sedyeye, Nazikçe tuttu başını, Baş cansız sallandı; Her iki yöne... Düştü tekrar sedyeye... Doktor geç kalmışsınız, Kardeşim, çok geç... Başın sağolsun dedi; Yıktı kaşını... İnanmadı Nurettin, Baktı, baktı, baktı... Sabiha’m ne ettin...? Gözyaşın aktı, aktı... Kapandı ölüsüne, Düştü kolları ölünün; Sedyenin örtüsüne... Açıktı daha gözleri, Bakmıştı arkasına... Kalmıştı gözleri; Sabiha’nın arkasında... Bu kayıp tek can değil, Bu mısraları yazdıran, Heyecan değil; Milletimin gerçeğidir.. Bildiğim tek maksat; Milletimin layık olduğu yere, Erinde, gecinde ereceğidir... Bu vazife bizim üstümüze, Bu yolda karşımıza, Hangi çile çıkarsa; Bahtımıza...! Bu cinayette katil kim...? Sordum kendime, Belkide kendim... Sürüye kurt girerse; Mesulü bendim.. Eğer devlette ben varsam, İktidar ben olursam... Hedefi kadar, Büyüktür insan... Belki çok var, Hedefe daha... Sen yakın san... Bütün bunlar ar, Ne kadar suçsuz olsan; Hepsi ortaklar, Günahları kadar, Sevabımızda payları var... Yüz milyonluk Türkiye, Hedefine böyle varılamazdı... Hain, gafil ve kafir, Atardı terkiye; Niçin hesap soran, Bulunamazdı...? İktidar ben olacağım... İslamdan el alacağım... Eremezsem hedefe; Ben bu yolda öleceğim...! Erdal Sayıl |