YOL....
YOL
* gök adeta ikiye bölünmüştü. gün ezberini bozmuş ışıltılı güneşi yok sayıyordu. maviye serpilen kuşlar ağaç kovuklarında, saçak altlarında büzüşmüş, Yol beni çağırıyordu ben direniyordum. Heybem omzumda seni bekliyordum… * tavansız sokakların,bitimli yollarında, kör duvarlarda yansımanı, sağır rüzgarda sesini, yağmur birikintisinde izini arıyordum. ömrümün don kişotu olmuştum. canavara dönmüş bir yel değirmeni yoktu ama; yaşamı gün be gün elimden çalan , elimdeki varlarımı alan, savaşmaya dahi takatım yokken savaş açtığım, binbir parçaya bölünmüş bir ömür varken, Yol beni çağırıyordu ben direniyordum. Heybem omzumda seni bekliyordum… * yitirilen umutların kara çarşafına bürünen ruhum, kimliksiz bir adla serkeş dolaşıyordu gecenin koynunda. çıkmaz sokakların kuytu köşelerinde. ay ışığında şekillere bürünmüş ağaç diplerinde. birbirine girmiş evlerin avlularında. gömdüm binbir yamayla avuttuğum yüreğimi.. el açmadım,boyun eğmedim yüreğine eğildiğim kadar yol değil handım kapısına bin yıl kilit vurulan Çok geç kalınmış pişmanlıkların arefesinde Bir eski taş plak sesi geliyordu uzaklardan * “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden haber yok Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden haber yok”(*) * Ve yol beni çağırıyordu hala Ama ben gidiyorum artık sevdalım. Heybem omuzumda atımın sırtındayım. Ne uykularındaki düş, ne düşlerindeki hayal. Ne de hayallerindeki hiçbir şeyim artık. Yol beni çağırıyor ben gidiyorum. Heybem omzumda atımın sırtındayım … * Tuğbay bozkurt (*) Faruk Nafiz Çamlıbel |