ŞİİRİN HAKKINI VERİNÖzür dilerim, Ben , her şiire, “Güzel şiir “ diyemiyorum, Bazıları, yaparmış bunu, Oncasını bilemiyorum. Şimdi kızacaklar bana; Böyle yapan bazı dostlar, Kızsınlar, Ben zaten böyle dost, İstemiyorum. Şöyle bakıyorum da, Karalamış dostun biri, Vallahi gelişigüzel, Mana yok, kural yok, Yorumlar arka arkaya, “Harikasın üstadım” İşte böyle olunca, Kaçıyor benim tadım. Yüzlerce kişi okumuş, Olmuş mu en popüler, Hem de açık ara, Bu nasıl bir ölçüdür, Artık siz varın karara, Bunu yazdık diye, “Kıskanç” derler şimdi, “Kendisinin şiiri kaldı ya geride, Ondan yazıyor bunları” Yok, kardeşim yok, Çoktan aştık biz o sorunları. Size tavsiyem şu: Sakın bakmayın şiirin , Özüne , sözüne, Ver ha övün, Eleştirmek çok ayıp! Biliyor musunuz sizin yüzünüzden, Ne kadar güzel şiir oluyor kayıp. Ben bunu eleştirdim ya , Hadi sallayın bana, “Sen de kim oluyorsun “ diye, Size sadece güleceğim, Ama siz böyle yapmaya devam ettiğiniz sürece, Ben her gece üzüleceğim. 7/7/2010 Antakya /Hatay Mehmet Ali Türkan Not:Biliyorum, bazı arkadaşlar bunu üstüne alınacak ve bana yüklenecekler. Ben davamın sonuna kadar arkasındayım. Eğer şiir değeri bile taşımayan manzumelere övgüler yağdırmaya devam ederse bu arkadaşlarım, ben de böyle yazmaya devam edeceğim. Eğer siz de benim görüşümdeyseniz desteğinizi bekliyorum. Sevgiyle., saygıyla. |
ŞİİR OYUNU
OĞUL:
Şiirin okulu var mı baba?
Varsa göndersene beni oraya…
BABA:
Yok oğul.
Ustaya gönderir gibi
koyamazsın çocuğunu yanına bir şairin.
Olsaydı paraya kıyar
inan gönderirdim okulsa okuluna,
ustaysa ustasına seni çocuğum.
Okulu yok bunun
şiiri kendi kendine öğreneceksin
kendin olacaksın okulun da, ustan da…
OĞUL:
Ustasız zanaat öğrenilir mi baba?
BABA:
Öğrenilmez oğul…
O yüzden ustalar edineceksin kendine
Şair olmak istiyorsan eğer
arayıp bulacaksın
onları birer birer…
OĞUL:
Nerede bulurum onları baba?
Kimdir onlar?
BABA:
Ömer Hayamdır örneğin biri
Mevlana’dır biri de…
OĞUL:
Kimmiş Ömer Hayam baba?
Ne demiş, yardımcı ol biraz bana…
BABA:
“Mey kaseme el koydun, yerlere vurdun Tanrım
Beni zevkimden edip sanki ne buldun Tanrım!
Gül rengi şarabımı, yerlere döktün tekmil
Yoksa sen de içmeden sarhoş mu oldun Tanrım..
İşte bu Ömer Hayam.
OĞUL:
Ya Mevlana? …
BABA:
“İster putperest, ister Mecusi ol
Kırk bin kere tövbe etsen de açıktır yol
Dergahımız umutsuzluk dergahı değildir
Bizce günahkar da bir tövbekâr da bir…”
İşte bu da Mevlana.
OĞUL:
Ama bunlar şiir baba
BABA:
Zaten oğul şiir
Şairin kendisidir.
Örneğin ele alalım Shakespeare’i
“Prenslerin o mermer ve tunçtan heykelleri
Senin güçlü şiirin kadar kalıcı değil
Anıtlar da yıkılır atiye kalmaz biri…
Sen ki her dizen ile kalacaksın dipdiri”
OĞUL:
Kafam karıştı iyice, anlayamadım
Şiir mi şair
Yoksa şair mi şiir? ..
BABA:
“Ay gelir ışır, hayalin irişir
Güzelim Annabel Lee
Yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Anebel Lee
Orada gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim sevgilim, hayatlım, gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni…”
İşte bu da
Edgar Allan Poe’nun portresi.
Görmek ister misin Lamartin’i de? ..
Gör öyleyse kulak vererek kendisini şiirinde.
“Ey göl hatırında mı, bir gece en derin sessizlikte
….
Birden şu yeryüzünün bilmediği bir nefes
Büyülenmiş sahilin yankısıyla inledi
Sular kulak kesildi, hayran olduğum ses
Şu sözleri söyledi:
“Zaman dur artık geçme
bahtiyar saatler siz
akmaz olunuz artık! ..”
OĞUL:
Oyunu öğrendim baba
İzin ver Baudelaire diyeyim ben de
“Hatıralar annesi, sevgililer sutanı
Ey beni şadeden yar, ey tapındığım kadın
Oçak başında seviştiğimiz o anı
O canım akşamları elbette hatırlarsın
Hatıralar annesi, sevgililer sultanı! ..”
BABA:
Çabuk kavradın işi. Şair olursun bu gidişle
İyi çalışırsan dersine:
“Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan göklerini
Girdapları hortumu, benden sorun akşamı
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri
İnsanı giz olanı, gördüğüm anlar oldu.”
Söyle bakalım oğul, kimi anlatır şu şiir?
OĞUL:
Rimbaud yu mu baba?
BABA:
İyi bildin oğul
“Kapılar tutulmuş neylersin
Neylersin içerde kalmışız
Yollar kesilmiş,
şehir yenilmiş neylersin
Açlıktır başlamış
Elde silah kalmamış neylersin
Neylersin karanlık da bastırmış
Sevişmezsin de neylersin…”
Sen yanıtlamadan ben söyleyeyim oğul
Bu da Eluard…
OĞUL:
Ne şairler gelip geçmiş meğer bu ölümlü dünyadan
Şiir benimle başlar
Benimle biter sanırdım
Benim yazdıklarımın
en güzel olduğuna inanırdım
Söylemeye utanıyorum şimdi baba
Meğer eline su dökülmez ustalar varmış yeryüzünde
Onları tanımadan nasıl şiir yazardım?
BABA:
ABC’yi öğrenmeden anne yazabilir misin oğul?
Baba yazabilir mi kalemin
Nasıl yazamazsan bunları
Tanımadan şiir de yazamazsın Aragon’u:
“Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
Orada bütün ümitsizleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde…”
……..
Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkardım
Benim de yandı parmaklarım onun yasak ateşinde
Bulup bulup yeniden yitirdiğim cennet ülke
Gözlerin Peru’mdur benim, Golkond’um, Hindistan’ım
Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri,
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa’nın
Gözleri Elsa’nın, gözleri Elsa’nın, gözleri…”
Diyebiliyor musun bunları oğul?
OĞUL:
Diyemiyorum baba…
BABA:
Diyemiyorsan da umutsuzluğa düşme.
Yeter ki diyebilimeyi iste…
Ama oturup hep aynı türküyü söyleme.
Ağustos böceği gibi…
Atışıp durma
yedilik sekizlik maniler yazan
senin gibi şairler(!) le
İki üç kafiyeyle…
Olmayın “körler sağırlar
Birbirini ağırlar…”
“Aman ne güzel olmuş
Eline sağlık, yüreğine sağlık
peh peh peh…” demeyin birbirinize…
İyiyi arayın, güzeli arayın, doğruyu arayın.
Kafdağı’nın ardındaysa da bulun onları
Başınız dimdik olsun hep
İleriye daha ileriye baksın gözleriniz
Eğer şar olmak istiyorsanız…
“Ey sen ki durmadan ağlarsın
Döversin dizini
Gel söyle bakalım ne yaptın
Nettin gençliğini! ”
dersin yoksa sonunda.
Ama Verline olman gerekir bunu diyebilmen için de
OĞUL:
Ama sanatın bütün bereketli toprakları ekilmiş baba
çorak topraklar kalmış bize…
BABA:
Sen bu çorak topraktan ey oğul
gelmiş geçmiş şairlerden
çok daha iyi ürünler almak zorundasın!
Kolay değil elbette işin
Şiir uğraşının adı
Zoru kolay etmezsen
olur mu yaptığın işin tadı?
OĞUL:
Umutsuzluğa düşürdün beni baba
Şiir yazmaya yeltenemem gayrı sondan sonra
Utanırım şiir yazmaya
bunca güzel şairlerin yanında
onların binde birini yazamadıktan sonra…
BABA:
O zaman kulak vermen gerikiyor Oğul, Hugo’ya:
“Ey şairler rekabet güzelin yaşaması içindir..
Birincilik daima açıktır…
Cesareti kıran, kanatları düşüren ne varsa söküp atın
Sanat cürettir.
Doğacak dahilerin
geçmiş dahilere eş olabileceklerini yok saymak
kutlu varlılığını yok saymaktır Tanrı’nın..
Şu dahiler yok mu şu dahiler!
Onları geçemeseniz bile
denk olabilirsiniz kendilerine!
Nasıl mı? Şöyle: Özge olmakla…”
Özge olmak,
farklı olmak,
değişik olmak…
İşte işin sırrı…
Zor değil bütün bunlar.
Aramak, bulmaya çalışmak, istemek yeter.
OĞUL:
Hepsi iyi, güzel de
Bir de imge çıkardılar şimdi başımıza baba
İmge ne?
Akıl erdiremedim bir türlü buna
Onu da anlatsana bana…
BABA:
İmbe bugün var olmadı ey oğul
Onu öğrenmek için dönüp bakmalısın
yüzlerce yıl geriye
bakıp bakıp da ey oğul
İmgeyi Tagor’dan öğreneceksin:
“Şiirin inci sözcüklerinde
insanlar için çeşitli anlamlar gizlidir.
Herkes onların içinden
beğendiğini seçer…”
“Şiir hem at hem dizgindir.
Hem ilham, hem işçilik…
Atsız dizgin ya da dizginsiz at değildir şiir… “
diyorsa Dereme,
bir şey demek istiyor demektir.
Söz anlayana…
Sokak şairi olacaksan ey oğul
öğrenmen gerekmez tek şeyi
yuvarla yuvarla yinele sözcükleri
seçmeden içinden altını, gümüşünü
geviş getirip durursun o zaman
bir deve gibi.
Bunu yapacağına
Hiç yazma daha iyi…
OĞUL:
İyi bir şair olmak istiyorsam ya baba? ..
BABA:
Gerçek Şairliğe soyunacaksan eğer ey oğul
Montainge kulak ver:
“Şiirin orta hallisi ya da
kötüsü için kurallar, ustalıklar bir ölçü olabilir.
Ama iyisi, yüksekliği, harikuladesi
aklın kuralarını aşar.
Onun güzelliğini tam ve sağlam olarak görenler
bir şimşeğin ihtişamına benzer bir parıltı görmekle kalırlar.
Büyük şiir muhakememizi tatmin etmez,
allak bullak eder! ”
OĞUL:
Coşturdun beni baba
Ben de bir şeyler anımsadım bu hususta
Bak ne diyor Shelley usta:
“İçinizde olmayan şiiri aramayın,
bulamazsınız onu başkaca hiç bir yerde…”
BABA:
“Gerçek şairin her güzel dizesinde,
söylenilenden birkaç kat fazlası vardır…” diyor Musset
”
OĞUL:
Demek ki bütün iş şaire düşmüyor.
Okuyana düşen iş de az değil baba!
BABA:
Haklısın galiba…
“Bir dizenin kendi içinde taşıdığı fikirleri,
düşleri aşan, onlara bağlı olmayan apayrı,
çırılçıplak bir güzelliği olabileceğini unutmayın.”
derken I’Hermite de…
İmgenin gizlerinin ipuçlarına veriyor bize.
İşte bu gizleri keşfetme işi
Benim işim diyebilmeli işiiri okuyan kişi.
OĞUL:
İyice havaya girdim ben de baba
“İnsan iyi anlayamadığı bir sözden
heyecan duyabilir” derken Gourmont,
şiirin imgesini işaret ediyor.
İşte sana ipucu
O sözlere anlamı sen yükleyeceksin.
Demek ki ey sevgili Okuyucu!
BABA:
Seçerseniz ey oğul sözcüklerden oluşan bu denizi
Baudelaire’dir boğulmaktan kurtaracak olan sizi
iyi alın ey oğul ondan dersinizi,
“Şiirin ilkesidir bu, üstün bir güzelliği özlüyorsa.insan
Bir ruh taşkınlığında kendini gösterir bu ilke.
Bu coşkunluk aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır.”
Anlat bakalım oğul bana şimdi şiirden ne anladıysan.
OĞUL:
Şiir yazmak aklına eseni çiziktirmek değilmiş baba.
Her bir heceyi imbiğinden geçireceğiz aklın
Ölçeceğiz biçeceğiz, işleyeceğiz kuyumcu gibi
Yoğuracağız mantıkla, felsefeyle
Vuracağız sonra onları mihenk taşına.
“Kaç ayar olmuş acaba şu dizem” diye.
BABA:
Dur oğul, bana ver sözün ucunu burada
Yirmi dört ayar olmasını bekleme hiçbir zaman şiirinin
Yirmi iki ayar da olsa ümitsizliğe düşme.
On dört ayar bile olsa iş var demektir onda
Yeter ki daha aşağı inme.
Hem inip hem de ne güzel yazdım deme.
Şimdi söyle hele oğul sen de
Hangi şairdir yakan ilk özgürlük meşalesini
Senin ülkende? ..
OĞUL:
Namık Kemal değil mi baba?
BABA:
Doğru, Namık Kemal…
Peki, Türke Türk olduğunu
Dilinin Türkçe olduğunu anımsatan ilk şair
Kimdir?
OĞUL:
Ziya Gökalp mi acaba baba?
BABA:
Bildin…
Gele gele geldik genelden özele
Nasıl seçip ayırabilmiş Nazım
Söyle hele
Hemen onların ardından
Fazıl Hüsnü Dağlarca
İlhan Berk
Kumsaldaki
O değerli tek zümrüdü
Nasıl seçebilmişse
miyarlarca çakılın kumun arasından …
Nasıl ayıklamışsa
Orhan Veli Kanık
Melih Cevdet Anday
Oktay Rıfat Horozcuoğlu milyonlarca istiridyeyi
Bulabilmek için tek “siyah inci”yi
Sen de dökeceksin aynı teri…
OĞUL:
Anladım, şiirin okulu yok baba
Kendimiz beleyeceğiz biz bizi
kendimiz çözeceğiz beleğimizi
Necip Fazıl Kısakürek gibi
Sezai Karakoç
Cahit Zarifoğlu
İsmet Özel gibi…
BABA:
Kendin soracaksın, kendin yanıt bulacaksın
Şiirin ne olduğunu değil, ne olmadığını
Salah Birsel gibi
Yabana atmayacaksın Yahya Kemal Beyatlı’yı
Enis Behiç Koryürek’i,
“Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben
Dağlardan dağlara atılmışım ben” diyeni…
Kaç şair daha yazabilir ki
Han Duvarlarını
Faruk Nafiz Çamlıbel gibi…
Parmakla sayarak
Tutturabilirsin belki ölçüyü çocuğum
Ama böyle yazamazsın gerçek şiiri.
Hiç bir parmak sayamaz
Çünkü ondaki tek heceyi.
OĞUL:
Ölçüsüz uyaksız tadı olmuyor ama şiirin baba
BABA:
Kapı kapı dolaşıp uyak da arama boşuna oğul
Aha, diye sevinme yakaladım, bu tunç kafiye!
Anlamı cuk düşürdün mü
Ona bak önce.
OĞUL:
Bütün bunları yapmayanlar da şairim diyor ama
Şair diyorlar
Ben yazdım oldu diyen her adama
Ben de yazıyorum iyi kötü
Neden şair demesinler ki bana?
BABA:
Ben şair olamazsın dedim sana,
yazamazsın demedim çocuğum
Sen de yazabilirsin elbette herkes gibi
Yazarsın, öteye bile gidersin hem
şiir olur mu yazdıkların
orasını bilmem
Yine de söylüyorum
Okumadıkça
Şiiri
Tanımadıkça
Şairleri…
Aşmadıkça kendini.
Şiirbaz olur çıkarsın sonunda
Ucubeler getirirsin şiir diye karşıma
Şiir olmaz elbette şiirbazın yazdıkların
Olsa olsa olur şiirleme…
Şair olacaksan hayalperest olmalısın önce
Değer vermemelisin dünya mülküne
Neyine yetmez bir hırka, bir lokma? ..
Oturup düşünmelisin sonra
koyup külahını önüne:
“Türk şiiri nerede
dünya şiiri nerede
Ben neredeyim
şiir yazmaya soyunduğum şu ara? ..”
OĞUL:
Şiir yazabilmek için
şiir okumak gerek biliyorum çokça baba
BABA:
Şairim diyorsun ama
Kaç Türk şairini tanıyorsun acaba?
Örneğin say bana
Kimler gelip geçmiş
Üç gariplerden bu yana?
OĞUL:
Cahit Sıtkı Tarancı
Bedri Rahmi Eyüpoğlu
Metin Eloğlu
Soru kolaymış sınavsa bu
Cahit Külebi
Ceyhun Atuf Kansu…
Şu şairler de toplumcu:
Hasan Hüseyin
Enver Gökçe
Ahmet Arif
Arif Damar
Daha niceleri var.
Şiirimizin Canbabası Can Yücel’i unutma
İkinci yeninin bayraktarı Ece Ayhan
Generali Ülkü Tamer
Bunları da atmamalısın yabana.
Anmadan geçmek olmaz
Behçet Necatigil’i
Attila İlhan da şiirin ustabaşısıdır onun gibi.
Sonra…
İmge şiirinde öncü güçler
Cemal Süreya Teber
Edip Cansever
Turgut Uyar
Üç silahşörler…
Hilmi Yavuz
Ahmet Oktay
Özdemir İnce
Refik Durbaş
Kemal Özer
Ahmet Erhan
Ataol Behramoğlu’nun da
ön saflarda yeni ayrı
OĞUL:
Bir de kadın şairler var baba
Onurudur şiirin
Gülten Akın
Leyla Şahin…
Lale Müldür
Melisa Gürpınar
Sennur Sezer de var
Ayten Mutlu da var…
BABA:
Şu isimleri de iyi belle öyleyse
Onları oğul, yeni şairlere örnek diye ver
öyle bir yeni ki bu çocuklar
Galiba hiç eskimeyecekler
Yaşlandık oğul, anımsayabildiklerim ancak bunlar
Anımsayamadıklarım beni bağışlasınlar
OĞUL:
Şimdi gelelim baba sözün özüne:
BABA:
Gelelim oğul sokalım gerçeği
Aymazların gözüne…
Üç dolarla beş Euro etmezse
nasıl ki sekiz Türk lirası
Gelmesin şiirin yazılabileceği akla
üç ölçü beş uyakla.
Bir de şu var mutlaka sözün sonuna eklenmeli
Evet, kimilerine göre şiir para etmez çocuğum
Ama unutma şiire
güç de yetmez çocuğum.
Fevzi Günenç
yusuf akın tarafından 8/11/2010 3:14:15 AM zamanında düzenlenmiştir.