APE HİLMİ
Sanki heybetli bir çınardı Ape Hilmi...
Tirit vücudu, ağarmış saçları ve el değmemiş meryem ana saflığında bakışlarıyla olduğu yeri titretirdi. Hele bir de Babil’in kapısından girişi vardı... Güneş bile tayfını değiştirirdi o an. Önce bir etrafını süzer, sonra şark köşesinde bi güzel gazetesini okurdu demli çayı eşliğinde. İlk tavla oynarken görmüştüm onu... Bir zar atışı vardı, Her seferinde illa yapıştırırdı düşeşi tavlanın göbeğine. Ardında bir cigara yakar, savururdu dumanını yıldızların ötesine. O keyif dakikaları içinde bildiği tek küfürü ederdi "Ulan gavurun oğlusu" diye. Oy Ape Hilmi... Yürürdü Gazi caddesinde. Sırtında paltosu, elinde şemsiyesiyle. O yürürdü, Ardından da ajanlar, ispiyoncular yürürdü. Aldırış etmezdi, dimdikti, başını hiç mi hiç eğmezdi. Birde vefalıydı ki solrmayın. Yüreğindeki sıcaklık ilk ateş devrimini hatırlatırdı. Zeus’un kudreti, Babil’in direngenliği vardı. Dostlarım der başka birşey demezdi. Oysa bütün dostları kalleşcesine terketmişti onu. Bu yalnızlık illeti, ısırgan otu gibi sarmıştı bütün bedenini. Oy Ape Hilmi... Sende mi böyle yalnız kalacaktın? Sen üzülme Ape Hilmi Elbet ektiğin, avuçlarında can suyu taşıdığın fidanlar bir gün biter. Bıraktığın bayrağı devralır koşar... Sen üzülme Ape Hilmi... Elbet bu kavanoz dipli dünya birgün tersine döner. |