Okuduğunuz şiir 13.6.2010 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
Otobiyografik şiir
yakıyığın ötesinde, yoksulum kaybedicinin o bilindik yorgunluğu değil bu kır madeninden çıkan işçiler, düş göçmenleri, işportacı öğretmenler; devrik bir sevincin kartpostal gülüşüdür vurulduğum meydanlarda
tarazlanmış gök pembesi, ellerimde acemi bir leylak kokusu var saçlarını taradığım her kadın yüzünü ateşle yıkamıştır sözgelimi o içinden geçtiğim bağıtlar, göğsümden kalkan dostum cenazeleri; güneşin, havanın ve herşeyin sözyaşlarımla gübreleşmesidir
kentlere kurşun çöktüğü an gün seferinden dönen karakucak, sülfür içer anayatağında yezidin, bu yüzden kendi rengine üşürgendir bütün çocuklar, ben çocuklara üşürüm; sesimin gürültüsü kekemeleşir
bir rüzgar filizkırar bileğinde gençkızların, türküdür hançer diyarından; ele avuca sığmaz, susarım,içerim dudaklarından, metal kuşlar galata kulesine kanatlarını vurduğu akşam
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Otobiyografik şiir şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Otobiyografik şiir şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
bir rüzgar filizkırar bileğinde gençkızların, türküdür hançer diyarından; ele avuca sığmaz, susarım,içerim dudaklarından, metal kuşlar galata kulesine kanatlarını vurduğu akşam
ben küserim, kalbim kesilir
GÜNE DÜŞEN GÜZELLİĞİ KUTLARIM.USTA KALEME VE ŞİİRE TEBRIKLER.SELAM VE SAYGILAR.
kendi haritasında yer imlerini ve kişi belirgeçlerini bir fanosa koymuş. aşkın derisinin altında bir ustura ağzı dolaşmış. yüzülmüş ve çırılçıplak sevilerini sunmuş sunağından.
bir yumruklaşmadır aslında kendi boyunca yüreğiyle ve yiğitçe parmaklarının arsından havalanır sözcükler ama tüm damarları damar işçisi doludur.
kalbe kesen bir akşam üstü rüzgarı geldi ve direngen bir güneş ay doğdu sonra aşkın o en bitmez ateşinden bir kase geldi soframıza...
bereketin adı aşk aşkın bereketi sizde şair...saygıyla
Çünkü; gidilebilecek bir yığın kentimiz,bulutları yırtan, yağmurbozan,ezberyıkan sorularımız vardır bizim..
Hani adımlarımız dişer ya sokağa, böyle kalplere basa basa seviniriz; çünkü aşktır bizim yolumuz,kaybettiğimiz adresimiz,kimliğimiz,gözlerimiz,sesimiz soluğumuz her şeyimiz aşktır bizim
harikasın sen ya gözlerin kime baksa onu anlatıyorsun cümle cümle....seni en iyi ben tanıyorum sanıyordum şu hayatta ve hala da buna inanıyorum eğer sen bir kadının saçlarını tararken ateş dokunuyorsa onun yüzüne demek ki bu ülkede hala birşeylerin acıya benzediğini biliyor olmandan dolayıdır bu alaz....ve sen öyle güzel bir şiirsin ki bu nedenle seni okuyup yazmalı her şair....doluca sevgimdesin...canımsın....işgalci :))
Sen, kaç yıl oldu gittin, kaç yıl soldu gözümün yaşında boğulmuyorsun.. Sormuyorsun kaç yüz sabahtır bu karanfillerdeki, niçin bu renk..
Senin gökyüzünde de kuşların gitme isteği kalabalık değil mi, duymaz mısın suyun her yatağında türküler söyleyen balıkları..
Nasıl konuçlandıysak ay ışığının içinde; bir otobüsün içinde,bir trenin penceresinde, bir feribotun apansız düşündürdüğü bandırma seferinde, Ankarayı vuran İzmirin sevincinde;
hiç ölmemiş bir beden ya da hiç çizilmemiş bir resim!
hatta neredeyse henüz hiç ağla(t)mamış kadar da masum bir kalp üstelik kanıyor ve meltemin tuhaf ve bir o kadar okkalı savurganlığıyla hala tanışmamış olsa da onun kadar şefkatli,
yine ve yeniden anlıyoruz ki yaşamak için ölmek gerekir ya bir umut peşinde ya da sadece kendince!
söylemeden geçemeyeceğim birşey daha ; özgünlük tavan yapmış...
dört ayaklı minareymiş bir sonraki sokağımız elbette her çocuk gibi ağlayarak tanışmışız hayatla,
kulağımıza dilekler fısıldanmış en doğalından ve ben onları şiir duymuş olacağım ki o gün bugündür sallanıyoruz birlikte diz dize umutla...
devrim...
madenin derinliklerinden gelen o güçlü ses belki de sadece evine ekmek götüren namuslu bir esnaf kimi zaman siyah-beyaz ayırtetmeden şefkatini eşit sunan bir öğretmen bazen geçmişin acılarından tebessüm doğurmayı başarmış bir anne ve ne yazık ki toplumca çok kolay unutulan bir babanın gamzesindeki hasret
aslında şiire de benzer devrim, hatta biraz da resimdir türküdür çokça ve ufuktur görmek istendiğinde unutulduğunda ise o yine devrimdir eninde sonunda kuşların kanatlarında yükselir
sahi devrim belki de insanın ta kendisidir...
sevgiyle,
yoksa devrim insanın ta kendisi midir en masum ve en isyankar yanıyla?
Güneşleğin bir sabaha üşüyüp uyanmaktır o, o solgun koğuşlarda, ay ışığını koklamaktır biraz da, büyümektir devrim bir çiçeği büyütür gibi, öpüp okşarcasına sevmektir kuşların kanadındaki karları..
öldü sanıldı külü dahi savrulmadı denize oysa o denize aşıktı herşeyden önce...
neyse ki sular anlamıştı olup biteni, fırtınalı bir gecenin sessiz sabahında şiir'e "a" dedi şair'e "b" ve sonunda anladı hayat "c"nin niteliğini,
can çıkmıyordu canan şiirde durdukça ama insan yetinmedi canıyla! bir de üstüne kan verdi uyusun da büyüsün çocuklar diye... onu da yanlış anladı bu şehir, bu halk ve devran "kan" ölüm demekti hatta harflerde hikmet_i tahterevan!
bu kez devrim çıkageldi sokaklardan ; kadın, erkek, çocuk ve ağaçlarıyla, bir de demli çay tadıyla simit susamları dökülüyordu aşk'ın kucağına ne gemi aynı gemiydi ne de yelken üsturuplu bir demir atılıyordu özgürlüğe...
sular, "artık gülümseyebiliriz" dediler elde şiir ekmek arası avuçta şair sevda zulası toprak ise olabildiğince ihtişamlı hala yağmur sonrası...
paylaşılmalıydı elbet yüzler, yüzbinler çünkü şiir sevda, şair kavga demekti özgürlüğün mütevazi duruşunda!
herşeyin bir ilk'i vardır ; eyvallah dostum sevgiyle... :)
Hiç ölmeyen bir bedene rastladım, içinde hiç eskimeyen bir kalp.. Sonra acılar geçti bir geminin içinden, sancağında buzdağı kalıtları.. Rüzgarın yoktu bir suçu; ağaçlar gitti peşinden,cebimde bezden yapma kuşlar, yaprakların arasına saklanan kelebekleri gördüm belki de bendim, çocuktum.. Amasra sahillerinde acıya dokundum biraz,
ateş bana güldü, ben balıkları öptüm gözlerime yıldızlar dokundu ışığın altında üşüdüm bir yaz..
Ben bu kentleri, niçin sevdim bilir misin; ılık ılık kokan sümbül parklarını, gökyüzünün kuşları, yeldeğirmenlerinde uçuşan pamukları, karatrenler, aksaçlı ihityarları, alnından böyle şıpıl şıpıl ter yağan bozacılar, tophane cepçileri, nargileci hüsnü, adliye koridorları, gazete okuyan çocuklar, pazaryerinde koşan bütün kadınları ?
Hepsi bu kentlerin sahipleriydiler..
Masalarında oturdum, çay içtim gözlerinden.. Bir pınar yatağında, ak çarşafa benzerdi kalpleri, dizlerinde uyudum, uyandım, seslerini kokladım; ay`aydınlıktı bütün yüzleri..
Hepsi, hepsi sevdiğim bu hayatın sahipleriydiler..