GÜNEŞ VE YAĞMUR...
Yokluğumun yağmur yağdığında,
Evrene çöken kimsesizlik duygusu gibi olduğunu söylerdin… Sensiz ‘OLMAZ’ derdin… Elimi her tutuşunda, Diğer elini de damlalara uzatır, Beni o küçük avucuna sığdırdığını, Ancak o kocaman yüreğine sığdıramadığını söylerdin… Sonra tatlı bir edayla yüzümü okşardın… Gülüşün o kadar sarhoş ederdi ki beni, Gözüm hiçbir şey görmezdi. O an bir tek sana özlem duyardım. ‘hiç batmayan güneşim’ derdim… Senin gölgende yaşar, Senin ışığının altında TOMURCUKLANIRDIM… Ben yağmur olur, sicim sicim üzerine yağardım, Sense o güzel gözlerinle, dünyamı aydınlatırdın… Bir gün güneş yağmura, Yağmur, güzel bakışlı güneşine HASRET KALDI… Etrafta çığlık çığlığa haykıran, Hasret dolu bir hüzün var… Ve o karanlığın içine hapsolan, Derin boşluğa savrulan DAMLALAR… Şimdi görüyorum seni… Garip garip odanın penceresinden, Yağan yağmurları izliyorsun. Ve HEP izleyeceksin… Her zaman bir yerlerde, Güneşe hasret kalacak, Özlem duyacak birileri… Ben de o tatlı gün ışığımı arayacağım, Bomboş aldatmaca gökyüzümde… Sen ise kapına kadar gelmiş, Sadece seni isteyen yağmur taneciğini, Oradan oraya savrulan, Başıboş rüzgârlara emanet edeceksin… Ve ardından YİNE bakacaksın… Ama bu sefer o deniz gözlerde Hazin bir yağmur oluşacak. O güzel yüzünden süzülecekler yavaş yavaş… Ve bir daha üzerine hiç yağmur yağmayacağını, ANLAYACAKSIN… Ve bir ömür boyu AĞLAYACAKSIN… Seni ıslatan tek şey ise, Kendi GÖZYAŞLARIN OLACAK GÜNEŞİM. (ESRA BÜLBÜL) |