Milat
Bin dokuz yüz doksan beş, mart ayı olmalıydı
Aşk nefretin saçını, başını yolmalıydı Adam o an görünce, ömrünün miladını Ömrü hazan yaprağı, o anda solmalıydı İlk görüşte aşk mıydı? Böyle şeyler var mıydı? Yoksa bu hüsnü nisa, düşündeki yâr mıydı? Üşüyor ve titriyor, üstelik korkuyordu Günlündeki fırtına, boran mıydı kar mıydı? Güzel gözler kesişti, ne gam kaldı ne keder Dünya dönsün dönmesin, onlara ne fark eder? Nasıl bir âlemdeler, yaşanmaz ve bilinmez İnsan böyle aşk için, ruhunu da terk eder İşte böyle başladı, bir büyük aşkı mecaz Kıyam etti bu aşka, tambur ile keman saz Aşksız kalpler yaşarken, dört mevsim kış hazanı Âşıklar için oldu, tüm günleri bahar yaz Derken bir gün dokundu, parmağın sırçasına Kondu yârin gönlünün, köşkünün sırçasına Tarih adı verilen, ressam aşk tuvalinde O eşsiz tablo için, dokundu fırçasına Artık onlar kayboldu, olmuşlardı tek vücut Baş edemezdi artık, ne firavun ne nemrut Sevdanın karşısında, yapılacak ne vardı Anladılar sonunda, tek yol var dile sükût Mükemmel gidemezdi, dünya idi burası Elbet yakar adamı, ilk sevdanın yarası Aşkın kanunu böyle, üzülür hep sevenler Hep böyle mi bitecek, sevdaların karası Onlarınki başkaydı, mesafe önemsizdi Sevdaları olmadan, hayat hep neşesizdi Bir gün kapıyı çalınca, ayrılık denen illet Sandılar yâr olmadan, yaşamak değersizdi Doğru söner ışığı, ömrünün gidince yâr Yüreği bomboş kalır, hep firar edince yâr Sözüm yalnız gidene, bir şey var bilmediğin O kalp sonsuza kadar, sensiz de sevecek yâr İyi dinle ey gönül, diyeceğim sanadır Vefasızları boş ver, tek yar Gül’i Ranadır Seven sonunda ölüm, olsa da gitmez yardan Giden zaten en baştan, ayrılıktan yanadır Osman Özata 26.01.2010 / Samsun |