OTOBİYOGRAFİK ŞİİR"ben diyeyim "şiirsel bir anlatım" okuyan desin "çocukça bir paylaşım" ...................................... yedi yaşımda, sevgili öğretmenimin sevecenliği şefkatiyle abeceye adım gâh gözyaşları, gâh kahkahalarıyla, ilk ders, büyüklerin sevdası bir bilmece cezası ise uzak bir şehre sürgün.. lise yıllarında ilk aşkın yokuşu sessizce yürüyüşler, elin tutuluşu günlerce asıldı dersler pastanelerde o günlerden yadigâr, yüreğin vuruşu başladı, üç yaşımda hayat gailesi, hiç eksilmedi yağmuru dolusu her seferinde ıslandım sırılsıklam, hep sürdü yaşam mücadelesi, “kitap gibi, bir sevgiliyi okuyup bitirince o aşk da bitermiş”, okuyup bitiren olmamıştır umarım okuyup bitirebildiğim olmadığı gibi.. dünyaya gelişleri; büyüğü, aralık yedisi, küçüğü, haziran onbeşi, bundandır tek sayılara tutkunluğum annelik en yüce değerim önceliğinde hep yaşantımın yeri geldi, sabahladım başlarında. yeri geldi,kırk dakikalık dolmuş yolculuklarında; gördüğü her telefon direğini gösterip; “bu ne anne” sorusu ile ölçüldü sabrım. üç üniversite değiştirdim, Ankara Hukuk Fakültesi kaydında; yedi aylık yüklü olunca, kitapları da alınca kucağıma, hafiften utandım anne adaylığımdan, avukatlıktan da yargıçlıktan da geçti yolum, noterlikte kıl çadır kurdum, memleketin her köşesine.. oysa doktor olmaktı dileğim, yaşım genç ruhum ondan daha genç, hayalin okulu da yok, belki bir gün doktorluktan da geçer yolum.. annemi,o kutsal varlığının farkına varamadan; hayatı koklamaya, emeklemeye başladığımda, babamı, güzel insanı, ilk gençliğe adımladığımda, uğurladım toprağa, doya doya kucaklayamadan.. çıktım maraton yollarına, tek başıma kaldığımda, hayatın hep beş adım ötesinde yürüyüşüm bundan.. gâh bir çocuğun yüzündeki hüzne gâh sevincine, gâh ihtiyar bir delikanlının yürüyüşüne şahitlik etti gözlerim, sevdiklerine dokundu ellerim, güzellikleri takdir etti yüreğim.. yamalı pantolonumla alay edenler; üzgünüm ki, çöplükleri karıştırıyorlarmış bugünlerde, kırmızı bir pabucum ve entarim oldu çocukluğumda, kırmızı bir bisiklet ise rüyalarımı süsledi, şimdilerde kırmızı bir javanın hayallerimi süslediği gibi.. haksızlıklarda hiç beddua etmedim, çoğunlukla isyan ettiğim oldu, yollara çıkıp yürüdüğüm, gözaltında geceler geçirdiğim de, sırf o üniversitenin öğrencisi olmaktan, Konya’yı sevmeyişim, gözaltı şehri tesadüflüğünden.. ilk bencilliğim üç yaşımdadır; “kıyamet kopacak, taş taş üstünde kalmayacak, her taraf dümdüz olacak” dediklerinde, koştum en yüksek tepeme, düşünürken orada bir şey olmayacak, çoktan kopmuş evde kıyamet.. ilk veterinerliğim, dördümde; “kedinin kuyruğuna çöp kaçmış” çıkarmak için asılırken, uyardı babam; “yavrucuğum, o yavrusunun kuyruğu, bırak da rahatça doğursun” kertenkele yavrularını, avuç içinde okşayıp öpecek, ağaçları, tepesinde geceleyecek, dalgaları, dinlerken sabahlayacak, dolunayı, hilâli, tanyeri ağarıncaya dek seyredecek, denli çok sevdim.. deniz en büyük aşığım, bundandır denizle saatlerce dansedişim... beyaz yalanlarım olsa da kırmızı yalandan uzak durdum, nezakete bürünmüş yapaylıklardan, içtenliğimi korudum; “ çayımız bitmiş,demleyelim mi” sorusunu diğerine tercih ettim. çektiğim acılar dürüstlüğümden, vazgeçemediğim, içtenliğime en yakın dostlarım “yine uçmuş bizimki, çılgın, çatlak” uzak tanıdıklar “soğuk, kibirli, kendini beğenmiş” dediler doğrudur uç duygular arasındaki gel-gitlerim, uçuşlarım ne hoş, kendimi bulduğum; yanlış olan algılamalar.. kanatlarımı koparmak isteyenler de oldu, koparanlar da. sırf bu yüzden kendime darıldığım zamanlar da.. yüreğim camdandı,kırıldı çoğu zaman gözlerim buluttandı, pankart açtı bazan lacivert gök gibi, yarıldı çoğu zaman, gönlüm gülşendi, rengârenk gül olup açtı hayatı hatalardan öğrendim; inatçı, yaramaz bir öğrenci oldum. yaşadığım yalnızlıktı bu hataların bedeli. gelecek çağda yaşamış olmayı diledim, kendimi uzaylı gibi hissettiğim anlarda.. ömrümün çoğu gezginleyin; yollarda, otogarlarda geçti, alışverişlerden,ev oturmalarından, günlerden köşe bucak kaçtım, biraz sosyal olayım dediklerimden hüsranla ayrıldım.. hep sorular sordum kendimi bildim bileli, okumaktan, sorgulamaktan vazgeçmedim, “gece gündüz namaz kıldığım, akımlar sempatizanı, ateist”, zannedilsem de yolum akılcı felsefe, düşüncem bilimsel, duygularım yürektendi... Gördüğüm ters çevrilen kaplumbağalar ve onların çaresiz çırpınışlarında çocukluk sezgisi ile vardı bir terslik çoğu şeyi affedebildim, çocuklara ve korunmasız canlılara yönelik şiddet dışında. “yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” dedirtecek, hayatın bana burnumu sürte sürte öğrettiği büyük ders; asla, “asla” dememek!... büyük büyük laflardan öylesine korktum ki, küçük laflar edip, büyük lokmalar yutuşum, eğri koltuklarda oturuşum bundan.. “ eğilmedim hiç kimse, makam ve mevkii önünde” sahiden eğilmedim, bir tek salkım söğütleyin sevginin önünde eğildim, sevdiklerimin kapısını çoğunlukla “çat kapı” çaldım, açanlar da oldu kapılarını, açmayanlar da, nezaketen açıp biran evvel uğurlamak isteyenler de.. kız çocuklarım var daha ellerinden tutulacak; tutabilirsem yürüyünceye kadar, fidanlarım var toprağa kök salacak; yeşerdiğini görürsem bir tutam dalının; hani ölürsem de ne gam... ölümle burun buruna, kucak kucağa; dansettiğim de, birlikte takla attığım da oldu. ilkbaharım ve sonbaharımda birden çok çaldı kapımı; sonuncu sarılmada muhtemelen haberim olmayacak kucaklaşmalar güzeldir, hele çok özlenen bir sevgiliyi kucaklar gibiyse… Adile Soylu Nazilli/15 Aralık 2009 |