Boyacı Çocuk
Yağmur gibi akıyordu yaşlar
O çocuksu ve masumca bakan gözlerinden Boyadan simsiyah olmuştu minicik elleri Fırça tutan parmakları eğilmişti bir yana Acı ve hüzün okunuyordu yemyeşil gözlerinden Bir lokma ekmek alabilmekti hayat ile yarışı Kimse bilmiyordu bu çocuğun kim olduğunu Kimse de merak etmiyordu Bu yaşında sırtında neden boya kutusu Avuçlarının içine sıkıştırmıştı umudu Yumruk yapmıştı elini açmıyordu çocuk “Açarsan kaçırırsın” demişti annesi “Şekillenecek” demişti gelecek beyninde "Sevgi olacak" demişti yüreğinin ne derin köşesine Onun içindi tek eli ile Sandığa konan ayakkabıları boyaması Bir an tek tek açtı parmaklarını Baktı avuçlarına “gelecek nerde” dedi Görünmez bir hayale Sonra kirli elleri ile dokundu gözlerine “Bunlar mı görecek güzeli ” Dudaklarının arasından çıkarttı dilini “ Bu mu söyleyecek sevgiyi “ Solunda atan yüreğine koydu elini Kalp atışını dinledi ” Bu mu yenecek zorlukları” Ve gerçeği gördüğünde Bir kez daha burkuldu yüreği Öylesine hasbi haldeydi ki kendisi ile Unutmuştu tüm dünyayı Yağmur damlalarıyla geldi kendine Omzuna taktı boya çantasını Yorgun adımlarla yürüdü fırına Bir somun ekmek aldı boyalı ellerine Üstünde yırtılmış abası Koşmuyor uçuyordu çocuksu adımları Yavaşlasa ıslatacak yağmur Tenini değil elindeki bir somun ekmeği Sakladı yırtık abasının altına Suya katık olacak ekmeği O koştukça, Devleşti sokak lambaları Ağırlaştı kaldırım taşları minik bedeninde Ha bire yağıyordu yağmur Bardaktan boşanırcasına Dev adam oldu gökdelenler, geldi üstüne Bir sıkımlık bedeni kaldı korku içinde Bağırdı gecenin karanlığında Çıkmadı sesi takıldı boğazına Kimse duymadı çocuğun sesini Kaldırmadı yerden kimse, çocuk bedenini Göstermedi kimse çıkmaz sokakta yolu Başındaki fes savruldu uçtu uzak bir köşeye Serildi upuzun sapsarı saçları taş betonlara Açık kaldı kapanmadı yem yeşil gözleri Binlerce kirli ayak basıp geçti yerde yatan bedene Sevgisiz binlerce göz dolaştı Yırtık pantolonundan görünen teninde Kimi ağızlardan aktı salyalar Kimi gözlerde çaktı volkanlar Kimi yenik düştü arsız nefsine Giderdi arzularını cansız bedeninde Oysa o bir çocuktu Bir lokma ekmek içindi tüm çabası Ne yağmur aldırdı kimsesizliğine Ne insanlar baktı yıkılmışlığına Ne devlet baba baba olup tutabildi elinden Alıp götürmedi sıcak yuvasına Hep üvey kaldı sokak çocuklarına Hep gözü yaşlı, boynu bükük baktı Yüzlerce Ayşe, Fatma, Ali, Mehmet Devletin sosyal devlet olup Öz baba olamayışına Türkan DİNÇER 00:35 ( Doğurmak değildir, Bakıp büyütmektir analık) |
Zaman, akşama akarken;
Bir öğle üzeri…
Fırça sallarken,
Titriyordu;
Meşin gibiydi elleri…
Elinden düşen fırça,
Çamura bulanıyordu…
Soğuk bakmıyordu yaşa,
Gözleri sulanıyordu…
Çamurlu fırça,
Sürülürse pabuca,
Onu da çamurlardı…
Çocuk bunu biliyordu;
Önce paçasında,
Sonra mintanında,
Fırçayı siliyordu;
Ayakkabıya sürmeden,
Üstünde deniyordu…
Bana bakınıyordu,
Ürkek-ürkek;
Benden sakınıyordu,
Bu küçük erkek…
Fırçasını sandığına bırakıp,
Bazen dinleniyordu…
Dinlenirken, hohlayıp nefesiyle,
Isıtmayı deniyordu,
Titreyen ellerini…
Soğuğu yenmek istiyordu…
Gömleği soluk, renksiz…
Asıl rengini tesbit,
Çözülmesi imkansız;
Bir bilmeceydi sanki,
Zannederdin mintansız…
Yer-yer eti görünüyordu…
Ceket, kazak ne arar …?
Atletsiz giyiniyordu…
Pantolon öyle bol ki,
Onun olmadığı belli…
Beli bir çocuk daha,
Alırdı rahatça belki…
Giyinmeyip ne yapsın…?
Don-gömlek gezilmiyordu…
Çorap da, ayağı da ıslak …
Ayakkabısı, ki hemen,
Anlaşılabilirdi, kendi,
Parasıyla alınabilen,
Tek eşya o idi…
Lastikti ayakkabısı…
Erimiş ki o kadar,
Yoktu tabanı arkası…
Görenler terlik sanar…
Öyle ki şimdi durum,
O’nun yaşındaki çocuğa,
İnan ciddi söylüyorum,
Kıyafet beğendiremezsin ha…!
Zaman esir olmuş modaya,
Zengini-fakiri aynı tutkuya,
Bağlanmak zorunda ne yazık,
Razı değilse eğer kınanmaya…
Fakat midesi boş olabilir…
Güzel giyinmek için insan,
Bir şık giyimli berduş olabilir…
Etrafına bak inanmıyorsan…
Gavurun icadıydı bu…!
Asrın icabıydı bu…!
Türk’ün hicabıydı bu…!
Lakin, laf anlatamazdın…
Ezen devam etmek için ezmeye,
İnsanları tüketmeye alıştırmalıydı…
Gitgide düşürerek; eğlenmeye, gezmeye,
Milli törelerden uzaklaştırmalıydı…!
“Hadi para harcayalım…”
Dillerde sakız olmalıydı…
“Acep nere harcayalım…? ”
Düşüncesiyle dolmalıydı…
Yolu-yordamı vardı bunun…
Moda gösterileri, bale geceleri,
Defilelerle kreasyonlar, o’nun;
Araçlarıydı, vardı daha niceleri…
Memur diktirmeliydi takımı,
Ne var, gitsin di maaşın yarımı..!
Bunlar sanki beyimin arı mı…?
Üç ay sonra ödemeden borcunu,
Yenisi dikilmeliydi, moda, zorunu,
Gösterip, almalıydı haracını…
Değil dış giyimi kişinin,
İç çamaşırları bile dişinin,
Sahasıydı modanın; eşinin,
Sıkıp boğazını aldırmalıydı o’da…
Gel sen bunları Türk yerine ko da;
Onları da bizden say, olur mu…?
Boğmalı icat edenleri bir kaşık suda…!
Ben dalmışken düşünceye,
Hüzünlüyken inceden-inceye,
Fırçayı tıkırdattı çocuk;
İşini bitirmişti çabuk…
Saati sordu bana,
Baktım, söyledim…
Aklıma geldi sonra,
Gel yemek yiyelim,
Beraberce dedim…
Parladı gözleri birden;
Fakat gururu üstündü…
Sağ ol abi, derken;
Çok adamdan üstündü…!
Gelmesi için direttim;
Boya sandığını emanet,
Bıraktı yanına seyrettim…
Düştü önüme nihayet…
Erdal SAYIL"""