Cam Sürahide Ömür KırıklarıBir destan gibi güzelliği, adına benzemez kaderi Şimdi onu hatırlıyorum... Henüz daha onbeşinde bir kızcağız Güzelim Gülsüm Yavuklusunu gördüğünde yanakları alev kesen İnce dal gibi bedeni zelzele geçiren Yarı çocuk yarı kadın Bir cancağız Anadolu toprağında erkenden serpilmiş, göğüsleri gölge veriyor Babası onu evlendirivermiş, namus derdine düşmemek için Günsüz güneşsiz erimiş yitmiş körpecik O şimdi bir boynu bükük gelincik Uzanır toprağa Şiirlerin, acıların çiçeği, kan çiçeği gelincik Kapalı bir çakı gibi ağzı, dört duvar arasında iki dev gözdü Şimdi onu hatırlıyorum... Henüz daha onyedisinde bir erkekçik Ömrünün en parlak günlerini paslı parmaklıklar ardında harcayan Daha yolun başında kaybolmuş Bırakmışlar onu yapayalnız, yol kavramını kavrayamadan düşmüş Daha bir adım bile yürüyemeden Vesikalığına bıyık çiziyor, iki ucundan kıvrık, gür ve kara bir bıyık Bir kitap okumuştu, o kitapta bir adam vardı ve o adamın bıyıklarıda böyle karaydı O adamın şiirlerini duvarına asmıştı Köy kahvesinde politika yapmıştı Yazılar çoğaltıp dağıtmıştı Anarşist dendiğinde kulakları kızarıyor Özgürlük denen bir yol vardı, yürümek istemişti o yolda Gidebilmek için babasının onu göndermediği okula Voltalarında bir adam, uykularında bir çocuk O şimdi boynu bükük bir gelincik Uzanır toprağa Şiirlerin, acıların çiçeği, kan çiçeği gelincik Mor örtüsünün altında ak saçları, yufka yürekli bir anacık Şimdi onu hatırlıyorum... Kuru tozun ortasında diz çökmüş Resmini bağrına basmış, kanlı mintani öpüyor, kokluyor Güneşe yaktırmamıştı onu buğday toplarken Buz kesen gecelerde dondurmamıştı, göğüsleriyle sarmalarken Üfleye üfleye ısıtmıştı onun minik ellerini Ay ışığında doğurmuştu bebeciğini, kuyu kenarında Cırcır böceklerinin yaygarasında çığlığın duymuştu Yavrusu, yüreğinin ışığı, ekmeğinin katığı, anasının gözbebeği, yeşil dalı O şimdi boynu bükük bir gelincik Uzanır toprağa Şiirlerin, acıların çiçeği, kan çiçeği gelincik Cam sürahide, dağların sırtında, bir fotoğrafta görmeyeyim bir gelinciği Adını duymam yeter Yansır yaşamın kırıkları Kanatır içimdeki kabuk bağlamış tüm eski yaraları Bir sihirli çiçektir gelincik Gül, aşkların ve sevdaların çiçeği Zambak, yitirmenin ve geçmişin çiçeğidir Defne, barışın ve umudun çiçeğidir Gelincik bir başka, o acının ve hüznün çiçeğidir Gelincik Bir yaralı gönülün sesidir, haksızlığın feryadıdır Gelincik, bir derviş çiçeğidir Anadolunun ortasında tek başına durur, kayaların sırtında Dikenlerin arasında, yol kenarında, bir göz gibi durur, kan ağlayan bir göz gibi Bir yara gibi durur toprağın sırtında, kurşun deliği gibi Bir ozanın kesilmiş dili gibi Uzanır toprağa Şiirlerin, acıların çiçeği, kan çiçeği gelincik Murat Kayalı |
Adını duymam yeter
Yansır yaşamın kırıkları
Kanatır içimdeki kabuk bağlamış tüm eski yaraları
Okurken duygulandığım ve -abartmadan söylüyorum- ürperdiğim ender şiirlerden biriydi. Her sözcüğü için kutlarım. Yüreğe ve kaleme sağlık, selamlar.