AşkŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Anlaşılmak gibi bir derdimiz olmasa dahi hakîkatin anlaşılması adına “Şiirimin hikâyesi” bölümüne şiirin hikâyesi ile doğrudan alakalı gibi görünmeyen (ama doğrudan doğruya alakalı olan) şu cümleleri ekleyelim.
(Bu ifadeyi dikkate alarak kimilerini "anlayışsız" olarak gördüğümüz zannında olacak birileri çıkarsa onları kendi anlayışlarına bırakıyor ve diyoruz ki; biz şiiri de edebin dışında görmüyoruz... ) Şiir çalışmamızı okuyanlar içinde “Niçin aşk, aşkın kokusu kimsede yok?” ve “neden O’nda var?” diye soranlar olabilir. Esasen sormalıdır da. Yoksa yapılan işin gâyesi tartışılır. Sormayanları bir kenarda tutarak soranlar için yazalım. İlk mısrayı okuduktan sonra “o hâlde kimde var?” ve ikinci mısranın bitimiyle sorulması gereken ”neden O’nda var?” sorularının cevabı noktasında biz bir kapı aralayalım. Dileyen gelsin ve girsin. Ve evvela belirtelim ki; aralayacağımız kapı, sorulan (sorulması istenen ve icab eden) soruların cevabı noktasında tutacağımız ışık ile varılacak nokta kapıların en büyüğünün eşiğinde, içinde ve dört köşesinde bulunan Şâh-ı Nakşibend’den başkası değildir. Yani iki kelime ile iki sorunun cevabı da birdir: - Şâh-ı Nakşibend (Hazretleri)... Ve illaki soruların cevabı ve aşkın kokusunu duymak (almak) için Şâh-ı Nakşibend’e gönül kulağını vermek gerekir. Ve kapıyı aralayalım: 923 (yahut) 931 yıllarında vefat ettiği söylenen, asıl memleketi evlîya menbaı Bağdat olarak belirtilen Evliyâullah’ın büyüklerinden İbn-i Atâ Hazretleri bir sözlerinde buyurur ki; “Seven memleket davasında bulundu mu, sevgi mertebesinden düşer..." Biz sözün izah kısmı ile uğraşmayacağız. Nasibi olan dile(n)diği kadar alır. Ve yine İbn-i Atâ Hazretlerinin çölde yolunu şaşıran bir talebesinin başından geçen hâdiseyi anlattığı bir hakîkat vardır ki; soru sahipleri için bir ışık mesabesindedir ve hadise İbn-i Atâ’nın dilinden şöyledir: O, çölde yolunu şaşırdı. Dolaşırken kendisini bir su başında buldu. Pınarbaşında çok güzel bir kız gördü. Kızın karşısında durdu. Kız ona: -"Benden uzak ol." deyince, -"Sen bütün varlığınla benim ol." dedi. Kız: -"Şurada, öyle güzel bir kız var ki, ben ona hizmetçi bile olamam." dedi. O talebe dönüp o tarafa baktı. Kimseyi göremedi. Tekrâr kıza dönünce, kız ona: -"Doğruluk ne kadar güzel, yalan ne kadar kötü, bütün varlığınla bana bağlı olduğunu iddia ediyorsun. Halbuki, benim yanımda, bir başkasına bakmak istiyorsun." dedi. Talebe utancından başını önüne eğdi. Ve evet... Mesele Şâh-ı Nakşibend Hazretleri iken (yahut öyle görünürken) niçin O’ndan bir şeyler aktarılmamış diye düşünülürse bizim yalnızca kapıyı aralayacağımızı söylediğimizi ekleyelim. Herkes kendi payına düşeni alsın. Hem şiirin aktarılan ve aktarılmayan hikayelerinden hem de şiirden. Ve varlığı aşk için yaratıp, bizâtihi vasfı aşk olan Allah bizleri aşkın hakîkatine erenlerden eylesin...
Ne onda var kokusu, ne sende ne de bende,
Duymak istersen kulak ver Şâh-ı Nakşibend’e. Ankara, Mayıs 2009 |