UZUN ŞİİRLERE KISA GELDİ BİÇTİĞİN SEVDÂ...az önce bir avuç sevdâ serpeledim ay ışığına bir avuç kül gibi uçuştu karıştı İstanbul’un dam uçuran poyrazına ve yığılıp kaldım karanlığıma ıslık değil çığlık çığlık çizik değil tırmık tırmık vedâsı kulaklarımda çarpa çarpa bacalara camlara döne döne uzaklaşıp gitti ayaz doldu yangın yeri yürek boşluğuma savruldu yer gök hışımla bir yağmur başladı bardaktan boşanırcasına sırılsıklam ıslak bir güvercin gibi titreyerek uykusuz yılgın ve perişan sığındım sabrımın saçak altına delirdi rüzgâr çıldırdı hasret dayanmalıyım tutunmalıyım kırık mısraların vurgun yemiş dallarına bu güz her güzden uzun olacak Eylül büsbütün Ekim baştan başa Kasım tepeden tırnağa saracak sarsacak saklayacak sana dair ne varsa ve bu kış yaşanacak yaşamam gereken ne varsa nefes nefese soluk soluğa izim kalmamalı bahara ertelenmesin acım çekmeliyim kefaretimi yaza kadar kalmasın hiç bir şey benden yana ıskaladı hayat ikimizi ve gerekenden uzun sürecek unutması da denecek bir şey yok/tu zaten uzun şiirlere kısa geldi biçtiğin sevda CEYDA GÖRK 28 Eylül 2008 |
Ünlü şair Ahmet Haşim der ki; şair, ne bir hakikat habercisi, ne bir belagâtli insan, ne de bir vâzı-ı kanundur. Şairin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musîki ile söz arasında sözden ziyade musîkiye yakın mutavassıt bir lisandır. Nesirde üslûbun teşekkülü için zaruri olan anâsırın hiçbiri şiir için mevzuubahis olamaz. Şiir ile nesir, bu itibarla yek diğeriyle nisbet ve alâkası olmayan, ayrı nizâmlara tâbi, ayrı sahalarda ayrı eb’at ve eşkâl üzere yükselen ayrı iki mimarîdir. Nesrin müvellidi akıl ve mantık, şiirin ise idrak mıntıkaları haricinde, esrâr ve meçhulâtın geceleri içine gömülmüş, yalnız münevver sularının ışıkları, gâh ü bîgâh ufk-ı mahsusata akseden kutsal ve isimsiz bir membadır.”
“Denilebilir ki şiir, nesre kabil-i tahvil olmayan nazımdır.”
“Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır.”
Sessiz bir şarkı gibi güzel olan şiirinizden dolayı size teşekkürler.
Selamlar.