bırak dokunabileyim sana
varlığım,
ellerinle tuttuğun kalemin gibiydi yokluğuna hazırlarken kendini belki de stok yapıyordun bitmesi olası ihtiyaçlarını cesaretin gibi.. marketten alman gerekenlerin listesinin başına koyuyordun kasımda aşkın abartıldıgı melankoli filmlerini... zaman dururdu derken, akıp giderken avuçlarımızdan ve bir daha simdi olmayacak derken ne kadar erken-di varlığıma alışman icin... şimdiki zamanların geniş zamanlara çevrilemediğini öğrendiğin de artık ikimiz içinde güzel günler-di... aşklardan yorgun, gri renkli bir makina takviyesiyle süslü kırmızı kurdelalı serum şişeleriyle umut enjekte ederken damarlarıma tıkanan her boşluğum iç çekiş olarak geri dönuyordu bana.. söylediğim her söz kırılan bir tahta kalem sesi... yolun sonunda soluksuz bir takım hayallerin pençesinde ne hayalin pençesinde olmak umut vaat ediyordu neden yolun sonunda olmak o pençenin izlerini derinleştiriyor... ne seni görünce artık ciğerlerim yanıyor ne senden ayrılınca baska bir sehre açılmıyor gözlerim.. insan aynen durmuyor işte her oyunun zorluğu gibi ayrılık iki tarafıda keskin bıçak gibi.. ne seni bırakıp gidebiliyorum artık ne senin burda olacağını bilip sana gelebiliyor.. bırak dokunabileyim sana... kaçırma gözlerini başka mazeretlerin ardına.. yorgunum anlatamadığım kadar söylediklerimin karşılığını arıyorum bu şehrin borsalarında hislerimin deger yitirmesine önlem alıyor hükümetim bir süre sonra sokağa çıkmamam icin engeller konulacak ve ben baska bir suçtan hüküm giyeceğim... başka bir kadının kollarında gözlerimi açmak suçundan ruhumun üzerine kalemler kırılacak canını yakmıyorsa intihar değildir o... asansörün düğmesine basıp kat değiştirmek gibi... yokluğuna alışıyorsan sevda değildir o... eskimiş bir ceketi çıkarıp asmak gibi tahta kapılı dolabın içine... şimdi eskiye döner mi;? dönsekte ne kadar sen olucaksın senden sonra ne kadar ben kaldı... belki de bir daha asla bu kadar geniş zamana yazılamayacak hiç bir aşk. bırak dokunabileyim sana... sana söz veriyorum bu yazılan son satır olacak... |