İstabulu çöp basmışŞiirin hikayesini görmek için tıklayın yıl 1976 mevsim sonbahar.
6 yıl ayrı kaldığım sevdalısı olduğum ülkemin büyük kentine gelişimdeki cığlıklarımdan birisidir bu şiir. Binlerce deliği olan bir süngeri andıran, Durmadan sömüren bu şehir. Bana, Issız köşelere çekildiğim anları hatırlatan, İçimde yeniden akmaya başlayan zehir. Kucağına düştüğümüzü bilircesine, Yeni doğanlara bile el koyan zalim. Gülecegim gün yakındır, Çelik bir yumruk gibi kalkıyor elim. Köşeme, Yani binlerce sünger deliğinden birine, Çekilmiş, Hatırlamaya çalışıyorum, Bugün gördüklerimi. Fakirliğin çeşidi o kadar çok ki, Karıştırıyorum hepsini biribirine. Bir bütün gün, Geçen herkezin ayaklarına bakan, Ayakkabı boyacısı geliyor aklıma. Bir simitcinin cığlığı hala kulaklarımda. Allah kelimesi ile kalkan kollarda, Yüzlerce umudun yanıp söndüğü bir anda. Hatırlamaya çalışıyorum, Belediye otobüsünün krık camını. Gölgeleri kendine siper edercesine saklanan, Dilenciyi hatırlıyorum. Yanımdam geçen Chevroletin, Kıracağın geliyor camını, Kendime saklıyorum, İçimde gittikce büyüyen hıncımı. Rıhtıma yanaşıyorum Eminönünde, Deniz rüzgarının bıraktığı izleri görüyorum, Balıkçıların suratlarında. Deniz oynak, Deniz kirli, Deniz telaşlı ve terkedilmiş. Aynası sanki balıkçıların deniz, Zıplayan, Cançekişen balıklar dost olmuş balıkçılarla. Bir resim, Bir balıkçı resmi rıhtımda. Telaşlı, Canlı bir deniz, Balıkçı ise sadece bir isim. Telaşla oynuyor deniz ama sessiz, Bir balıkçıyım bende, Herhangi bir isim. Telaş sarmış İstanbulu.. Bir savaş başlamış, İstanbulun duvarlarında. ‘’Köle etmeyin kula kulu’’ Damla damla isyan canlanıyor, İstanbulun duvarlarında.. İstanbulu çöp basmış, İstanbul çöpü basmış bağrına. Çöplerin arasında bir fidan boyatmış, Fidanı bir çöpcü basmiş bağrına. Yine bir gün ve İstanbul sona erdi. Yine defalarca okudum, Sessiz çığlıkları duvarlarda. İstanbul bağrında yaşatıyor devrimi, Devrim devrim diyor yalın ayaklar İstanbulda. İstanbulu dolaştım, Çeşit çeşit yaşadım İstanbulu. Rengarenk insanlarla karşılaştım. İçimden lanetlemek geliyor İstanbulu. Dakikaların kıymetini yitirdiğini anladım, Birden kürklerin içindeki kadına takılı kaldım. Zamanın nerede biriktiğiğni gördüm, Söğdüm. Gözlerimi tırmalarcasına duran ahşap evlere bakıp, Ellerinde beyaz eldivenli, Fotör şapkalı adamı hatırladım. Ya o çocuk, Kaldırımla bir oturmuş, Karın doyurma çabasında, Hayatını satıp. Fotör şapkalının beyaz eldivenlerinin, Nedenini anladım. Satıyorum bedenimi, Zamanımı sınırsız, Satıyorum boğaz tokluğuna, Ben yaşıyorum ama, Canlı bir varlığım hatırasız. Efendi ! İstermisin beni, Daha 17 yaiında genç ve dincim. Bir sefer doyurursan beni, 24 saat kölenim. Bağırıyor, Ağlıyor, Yalvarıyor, Istanbul yalın ayaklarıyla. O yalın ayaklar ki, Köprülerini, Taşını toprağını ezmiştir İstanbulun. Onların tek istediği, Köle olmaması kula kulun. Üstünden buldozer gibi geçeceğim geliyor, Gecekonduların üzerinde akbaba gibi duran, Villaların. Bendeki bu hınç, Boynu bükük çocuğun gözünde büyüyor, Bende o buldozerin altında kalanlardanım. İstanbulu dinliyorum, Siyah, Koca, Aç ve perişan bir vücudun gözlerinde. İstanbulu işitiyorum, Bir şairin kısacık şiirinde. ‘’’’’İstanbulu dinliyorum, Gözlerim kapalı’’’’ Necati Tüysüzoğlu |
hal-i şiir istanbul nezninden anlatılmış usta şair tarafından ama nerede yaşanmıyorki bu 'insanlıklardan yoksunluklar' ...
şiirlerinizdeki sözler özlü ve değerli... yorumlamakta ayrı ustalık gerektiriyor...
o yüzden uzatmadan tebrik eder ve paylaşımlarınızı paylaşmaktan onur duyduğumu söylemek isterim...
Saygılar...