BEYOĞLU’NDA KAFEDEŞirin bir musibetin sokaklarındayız Tok fakat açıktayız Ayaklarımızla öpüyoruz yolları Kalın kırmızı dudaklı kızlar işe çıkmadan Adsız bir tiyatronun salonunu dolduracağız. Çayhane; tıklım tıklım dolu, Sağanaktan kaçanlarla Biz ise boğazlarımızın pasını silmek için ordayız Sade, kuytu ve sıcak bu kafe’de Vakit öldürüyoruz Tıpkı oyunlarda öldürülen Sahte askerler gibi zaman. Sapır sapır dökülüyor dakikalar önümüze İyi ki yağmur bugün ağırkanlı Slow yaparak iniyor yere Belki de kendini frenliyor ve bizim saçlar Beyoğlu’nda bu Kafede Daha kuru kalacak, eksikliğinde rahmetin. **** Köşesine çekilmiş insanlarla dolu şu dünya Ve rüyasını gerçekleştirmeyi başaran, ne az Karşısındakini diliyle kesenlerle Tokadı ne denli sert indirenlerle Bir geçmiş gün öyküsünü soyutluyor beynimiz. Birazdan dışarıda her şey Altında kalacak gecenin O zaman gelgit dalgalanmaları Başlar sessiz karanlığın Ne çıkan olur güvertesine geminin Ne heyhat el edenler. Terkedilmiş bir öksüz gibi ortada Kalır yapayalnız kentimiz Kalır yapayalnız kendimiz Kendimiz kentimizle başbaşa. **** Uyuyunca zaman aradan kalkar Raflarına unutulmuşluğun Örtülür tüm çirkinlikler ayıplar Şimdi kara peleriniyle gece Beyoğlu’nda kafeye indiğinde Kent ve biz değiliz sadece Yapayalnız Görüntüler silindiğinde. Sessizliği çoğaltanlar Yalnızlığı artıranlar o kadar çok Kentin bulvarları kadar Kafe’nin iskemleleri var. **** Uyuyunca her şey donar, donar zaman Kentte kendini unutur belki, belki uyutur Gözüne ilişmez artık Gün yüzünde göz çarpanları. Azimkar bir ifadeyle kendine gelene kadar Zamanı donduran bu garip köhne Garip, tuhaf, tembel yurdu. İniltilerle geriniyor yerdeki ahşap Donan zamanın çıtırdayan sesi ne ki “Avrupa Birliği’ne girmiş Türkiye” İş mi buldular bize Uyandırıyorlar acep niye? Beyoğlu / 2005 FOTOĞRAF: SEMİH SEYYİD |
BEYOĞLU’NDA KAFEDE
Şirin bir musibetin sokaklarındayız
Tok fakat açıktayız
Ayaklarımızla öpüyoruz yolları
Kalın kırmızı dudaklı kızlar işe çıkmadan
Adsız bir tiyatronun salonunu dolduracağız.
Çayhane; tıklım tıklım dolu,
Sağanaktan kaçanlarla
Biz ise boğazlarımızın pasını silmek için ordayız
Sade, kuytu ve sıcak bu kafe’de
Vakit öldürüyoruz
Tıpkı oyunlarda öldürülen
Sahte askerler gibi zaman.
Sapır sapır dökülüyor dakikalar önümüze
İyi ki yağmur bugün ağırkanlı
Slow yaparak iniyor yere
Belki de kendini frenliyor ve bizim saçlar
Beyoğlu’nda bu Kafede
Daha kuru kalacak, eksikliğinde rahmetin.
****
Köşesine çekilmiş insanlarla dolu şu dünya
Ve rüyasını gerçekleştirmeyi başaran, ne az
Karşısındakini diliyle kesenlerle
Tokadı ne denli sert indirenlerle
Bir geçmiş gün öyküsünü soyutluyor beynimiz.
Birazdan dışarıda her şey
Altında kalacak gecenin
O zaman gelgit dalgalanmaları
Başlar sessiz karanlığın
Ne çıkan olur güvertesine geminin
Ne heyhat el edenler.
Terkedilmiş bir öksüz gibi ortada
Kalır yapayalnız kentimiz
Kalır yapayalnız kendimiz
Kendimiz kentimizle başbaşa.
****
Uyuyunca zaman kalkar aradan
Raflarına unutulmuşluğun
Tüm çirkinlikler, ayıplar örtülür
Şimdi kara peleriniyle indiğinde gece
Beyoğlu’nda kafede
Kent ve biz değiliz sadece
Yapayalnız.
Sessizliği çoğaltanlar
Yalnızlığı artıranlar o kadar çok
Kentin bulvarları kadar
Kafe’nin iskemleleri var.
****
Uyuyunca her şey donar, donar zaman
Kentte kendini unutur belki, belki uyutur
Gözüne ilişmez artık
Gün yüzünde göz çarpanları.
Azimkar bir ifadeyle kendine gelene kadar
Zamanı donduran bu garip köhne
Garip, tuhaf, tembel yurdu.
İniltilerle geriniyor yerdeki ahşap
Donan zamanın çıtırdayan sesi ne ki
“Avrupa Birliği’ne girmiş Türkiye”
İş mi buldular bize
Uyandırıyorlar acep niye?
Beyoğlu / 2005