5
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
65
Okunma

Eski ahşap evin kalbi gibi çatlaklı duvarlarında,
zamanın gözyaşları birikmiş koyu kahverengi damarlarında.
Camın ardında solgun bir tül,
rüzgârın en ince fısıltısında bile ağlar gibi dalgalanır.
Ve orada, dar bir pervazın kucağında,
çizgili bir kedi, sessiz bir yalnızlık heykeli.
Tüyleri, griyle kahverenginin iç içe geçmiş acısında,
güneşin son ışıklarıyla titreyen
bir gümüş hüzne dönüşür.
Gözleri yarı kapalı,
içinde unutulmuş bir sevda şarkısı çalar.
Kulakları geriye yatmış,
sanki çok eski bir ayrılığın yankısını dinler.
Hiç kımıldamaz.
Sadece oturur,
ve o oturdukça bütün dünya susar.
Sokaklar koşar, insanlar unutur,
ama o, zamanın en derin yarığında,
pencerenin sessiz kraliçesi kalır.
Ahşap kokusu, toz ve eski bir özlem,
tüylerine, ruhuna sinmiş.
O nefes aldıkça ev nefes alır,
ev ağladıkça o daha derin bakar.
Bir anlık bakışıyla
bütün terk edilmiş hayalleri kucaklar,
sonra yavaşça döner kendi sonsuz boşluğuna.
Pervazdaki kedi,
kaybolmuş bir aşkın son dizesi gibi,
orada yalnızca durur –
ve bu kadarcık varlığı bile,
kalbimi usulca kanatır,
usulca iyileştirir.
Ah, o kedi...
bir pencere kadar yalnız,
bir pencere kadar sonsuz.