1
Yorum
18
Beğeni
0,0
Puan
275
Okunma

sana öğrettiğim hiç bir şeyi unutmamalısın..denizin tuzunu / kokusunu ve iyotunu ki sonrası
(
.
.
.
)
-derin-
ruhuna sinmiş olan
yokluğunun
düş bozumlarından
geçiyorsun biliyorum
perdeleri çekilmiş odalarda
kaybolan gün ışığının
geride bıraktığı
tortuyu silerek
gözlerinle
sana bir rüyanın tabirini
yapıyor olsam
hecehece
ayak tabanlarını
toza ve toprağa çevirip
geçip gitmen mühim değil
sirenler içinde
ve farları gözünü alan
şu devrik cümlelerin
hasret/hararet
kokarken
bulutlara sığar mı diye
saklayıp durduğun
avuç içlerinden
dökülen
şimdi kum.
bir çöl
zamANda
ben,
kuytularının derinliğinden
geçiyorum..
sokağının bütün çıkmazları
çukurlarla kesişiyor
ve düşüp düşüp
göç ediyorum
yüreğinin boşluğuna ki
sırtımda
kelebeklerin
kozasını taşırken,
bir git/mek dürtüsü
asılıp,
eteklerine yüreğinin
yorgun bir bedeni
sağanak hasretinin içinde
bırAkarak/ıslak
işaretlerini toplayıp
anılarının,
düşlerini sıyırıyordun
diz kapaklarına kadar ki
içine düştüğümüz kuyuların
yankısıydı bunlar
küs sesleri zAnın..
emeğin/sevdayı
büyüttüğü anlarda
dinlerken ve severken
yerken tırnaklarını
tüketmek adına
kendini
ve didişirken
devrilen bir put oluyordun
kurak çölünde asanın
ve ben,
dünü düşünüyorum
devamında ertesi günü ki
uzak iklimlerin sağanağındaydım..
her yağmur damlasıyla.
anlar içinde azalıyordu
saçlarına düşen suyun sayısı.
kendimi gömerken
kendime gömülürken ben..
dünya yüreğime katlanamıyordu..
sığınaklar hazırlıyordum
dünün bir öncesi.
dilimdeki kelimeleri
ıslatıyordu dilim.
ıslanırken/
uslanıyordum.
uyku ruhuma dar geliyor.
sen kokan yataklara
sarılıyordum ki
dudaklarımdan düşen şarkı.
sızıp dişlerimin arasından
parmak uçlarına kadar
yol alıyordu.
hiçbir ses
uğramadı kulak
memenden içeri
dilsiz martılara
simit attım..
kalabalıklar içinde
yalnız kalma korkusu
yanaştı usulca sol yanıma.
burunum kaşındı sonra.
gözüm seğirdi.
içim titredi ki
içini yerim dediğim
düştü aklıma.
dudaklarım ıslandı.
ikiye böldüm zamanı.
ama çarpmadım üçle.
bir zeytini emdim.
yemeden önce.
dişledim..
acımadı dişim
lakin doydum
akan nehirlerin
ırmakların kadar
suyuna ki
sonra dolandım
sarmaşık gibi köklerine
ve durdum
sırılsıklam kökünün içinde..
gölgen düştü sonra.
ne çok soru sordum.
alıp veremediğim
sorulardı/anladım.
avuçladım yüzümü.
başımı almadım
ellerimin arasına
sakallarımda saklandım
birkaç gece..
kapatmadım kapıyı
“asla”
hazırdı.
ana
her ana.
evim..
sana hazırdı ki
aç bırakmadım
saksıda çiçeğini..
hiç tanımadığım
kuşları besledim
pencere eşiğimde.
parmak uçlarım kadar
ellerim kadar
ellerimden geldiği kadar ki
dünün bir öncesi
yaşayamadığım sabahları
emanet ettim avuçlarına.
derin nefes aldım..
ciğerlerime dokundu havan
gıdıklandım.
gülmedim
tebessüm ettim.
bir sigara daha yaktım
ölümü içimde hapis etmek için.
ıslık çaldım sonra
hiçbir şey olmamış gibi
içini alarak içime yürüdüm..
yürüdüm..
yürüdüm..
senliğe vardım
esenliğe
sessizliğinde ki
“hissetmek ve yaşamak,
senin parmak uçlarınla
dokunmaktı hayata” ..
ellerim/ellerinken
bir fidanı söküp/
tersine dikiyorum
bu yüzden
yaprakları sarsın
toprağın derinliklerini,
kök salsın
yüreğim/in
-derin-
mavisine adın…
(...)