2
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
248
Okunma
Yağmur, yeryüzünün kir sızan toprağına
yavaş yavaş gömüyor ayak izlerini;
senin izlerini.
Sanki gökyüzü bile
sana dair ne varsa bağrına basmak istiyor,
kanatırcasına hafızamı.
Hatıralarını, toprağın ıslak defterine
narince, ama geri dönüşsüzce yazıyor.
Avuçlarımda hâlâ
yarım kalmış masalların ısısı var.
Şu patikler mesela
ilmeklerinde, ellerimin titrek duası saklı.
Örerken düşlerdik büyüdüğün günleri;
meğer büyümek, bazen
yüreğin yasına gömülmekmiş
Her gece bir rüya, kapımı çalıyor:
en sevdiğim şarkı gibi gelen sesin,
"Anne... özledim."
Koşuyorum, aklımdaki tüm kapıları yıkarak.
Kapının ardında kimsesizlik,
ama kucağımda hala sen varsın;
sinemde, nefesini taşıyan bir boşluk
ölümün bile söndüremediği bir sıcaklıkla yanıyor.
Toprağın altında
karanlıktan korkan minik bir yürek,
toprağın üstünde
ışığını yitirmiş bir anne var şimdi.
Dilimin bütün kelimeleri silindi,
geriye yalnızca "yavrum" kaldı.
Yastığımın köşesi,
gözyaşlarımın tuzuyla kabuk bağlamış;
her sabah o kabuğu yeniden kanatıyorum,
çünkü unutmak,
sana ihanet gibi geliyor bana.
Yanımda hep sana bir yer var;
yatak başında duruyor
adını anmaya kıyamadığım oyuncak ayın,
ve pencere kenarında
bir daha giyilmeyecek montun.
Her sabah güneş doğuyor,
ama benim penceremden giren
hep aynı zifiri gece.
Adını söyleyemem,
oysa ki sadece iki hece.
Ve biliyorum
bir gün ben de
senin ayak izlerinle silineceğim.
O zamana kadar
bu evin kapısı açık kalacak;
belki bir gece rüzgâr
senin kokunu getirir,
belki kapıdan girer
“Anne, özledim.” dersin yine.
5.0
100% (4)