23
Yorum
89
Beğeni
5,0
Puan
2107
Okunma
Rahm-ı sükûtla doğdum.
dilime yazılmıştı esmanın sessizliği
ve göğsümün tam ortasına
bir ilham düştü,
yağmur damlası gibi.
Nefesimin rengi kırmızı değil artık
o nefes ki
Sidre’ye varmadan döner
çünkü ben
kalbini teslim edenler arasında
en çok kendimi yaktım.
Kırılma vakti
bir ayettim belki de
yüzü örtülü bir nebinin
rüyasında unutulmuş
sırat köprüsüne dizilmiş kelimelerle
ayağımın altından her an kayacakmış gibi.
Kâinatın nabzı,
her dem “ben” diyenin çarpık aynasında
nefs bir sicim gibi dolanır boğazıma
ve ben
her gece o sicimi çözmek yerine
içimdeki sancıyla boğuşurum.
Tecellî mi bu?
yoksa kalpte mühür mü?
Kitapları ezberlemekle yetmiyor
çünkü her kelimeyi
içinde kor taşıyan bir sûfî gibi
yakarak okumadıkça
harfler, ölü;
kalpler, mühürlü;
ruhlar ketum.
Noktalandım.
benliğimde kavuğuyla yürüyen
bir deli dervişe dönüştüm
zikirlerim
“hiç” nidasıyla karşılık buldu.
Çünkü yol,
sadece varmak değil
yok olarak varlığa karışmaktı.
Ve ben hâlâ
“hiç” olmayı öğrenememiş bir
aşıktım.
Ahh… mürşidim susuyor.
Çünkü bildiğimi sandığım her şey
duyduğum en eski yalandı.
Ve en hakikatli kelime
gözyaşının tam içinden
“O” idi.