Ey kaderci ey cebriye...
Ey kaderci ey cebriye...
Ey kaderci lut kavmini hali tevbe içindi.Tevbe etmediler helakları kader oldu.Kaderde payımız var.Adem zelle işledi kader dünya Maarifet-i muhammedi görevi Allahın.Bu görev bu aşk kıymetlidir bazı şeyler bu amaç gereği yaratıldı.amaçtır bu varlıkta bu aşktır Gazzeli karnı kaşıdı yan gelip yattı...kaderinde katkısı var...Marifet-i muhammediye aşk bu varlıkta farzdır...önemsemeyen helak olan kavimlere özenen gibidir "A-Z"ye cezalanır bu dünyada ve ahirette... Ey kaderci ey cebriye... Rızık olmaktır kaderin RAZZAK var bu varlıkta.Tembel rızık olur çalışana işçi olur mesela... Adilin yarattığı varlıkta ceza-ödül vardır açlıkla terbiye etti şeytanı adil.açlık tevbeye zorlar.Razzakın yarattığı varlık rızık Sunniler sanki marifet-i muhammediye erişmişler gibi kendilerini eleştirmediler."kadın çalışmaz dediler göbeğini kaşıyıp yattılar Sen onların tırnağı olamazsın ...diyen onların ilmi marifet-i muhammedi güneşinin yanında mum ışğı bile olamaz... ama Ey kaderci ey cebriye... Hakimin var ettiği varlık hikmetlidir şerdir çirkindir deme bütünü hikmeti gör hikmete ram ol kahrıda hoş lütfu da tevbe amaçlıdır kahrı da lüftuda zengin edince değil zenginliğin tevbene sebeb olunca sevin... Bütünü görene çirkin yok hikmetlilik var kötü yok şeytan yok adem zellesine aşıktı Rabçılığı eksikti kusurluydu tevbeye muhtaçtı şeytan tevbe etmek içindi...Adem de tevbe etti ekmelleşti tevbe ekmelleşmedir… Ey kaderci ey cebriye... Mecusiliği İslama taşıdınız marifet-i muhammedidir İslam ilim...ancak Arab örfünü taşıdı sunnilik ilim ve islam olmaktan çıktı tefsirleri...mezhebleri fetvaları... Ey kaderci ey cebriye... Ne mi cebriye...Sözlükte “bozuk olan bir şeyi ıslah edip düzeltmek, birine zor kullanarak iş yaptırmak” gibi anlamlara gelen cebr kelimesine nisbet ekinin ilâve edilmesiyle meydana gelen bir terim olup zorlayıcı bir gücün hâkimiyeti fikrini benimseyenler için kullanılmıştır. Bütün kelâmcıların kabul ettiği bir tarifi bulunmamakla birlikte genellikle “insanların kendilerine has bir iradeye sahip olmadığını, zihnî ve amelî bütün fiillerinin ilâhî gücün zorlayıcı tesiriyle meydana geldiğini savunanlar” diye tanımlanabilmektedir. Cebriye yeni bir düşünce değil...Kökleri düşünce tarihinin ve dinlerin başlangıç dönemine kadar uzanan cebir görüşünün izlerine Câhiliye döneminde ve Asr-ı saâdet Arapları’nda da rastlamak mümkündür (Cevâd Ali, VI, 121-122) Zorlayan var bizi esmayı görev seçmiş var.Razzak var yaratılan rızık olmaya mahkum kaderleri bu....ama Adil de var öyleyse İsraile ilk rızık filistin...adil Galib getirmez şehadeti var diye göbeğini kaşıyıp yatmış bir şehadetliyi...imtihan eder...ve rızık olur o...musallat etti şeytanı ademe adil ve amaç ademin tevbe etmesi kamilleşmesi güzellik amaçlı bu musallat ediş gazzeye de İsrailliyi musallat etti göbeğini kaşıyıp yatmak hoş değil esmaya görevliyim örtüş kul ol bana denildi sanki … Cebriye maarifet-i muhammediye asiliktir hileciliktir...ırkçılık kabile çıkarlarıdır...“cebir” ve “ihtiyar” meselesi etrafındaki tartışmaların doğuşunu farklı sebeplere bağlarlarsa da bunları üç noktada toplamak mümkündür. 1. Siyasî ve Sosyal Sebepler. Hz. Peygamber’in hayatında her şeylerini paylaşacak derecede kardeşlik bağları kuvvetli olan müslümanların onun vefatından sonra farklı siyasî görüşleri benimsedikleri için iç savaşlara götürecek kadar ayrılığa düşmelerine anlaşılabilir bir açıklama getirme çabalarının yanı sıra bazı Emevî idarecilerinin, Hz. Ali taraftarlarına karşı siyasî otoritelerini hâkim kılmak ve yanlış icraatlarından dolayı kendilerini mâzur göstermek, bu uygulamaları herkese kabul ettirmek gayesiyle ilâhî irade ve takdirin değişmezliği fikrini desteklemeleri konuyla ilgili siyasî sebeplerin başında kabul edilmiştir. 2. Dinî-Fikrî Sebepler. İnsanların hür bir iradeye sahip olduğunu ifade eden naslar yanında cebir görüşünü temellendirecek müteşâbih nasların da mevcudiyeti, ilâhî sıfatlarla ilgili yorumların başlaması ve nihayet tasavvufî düşüncenin telkin ettiği tevhid anlayışı, cebir görüşünü tartışma alanına çeken dinî-fikrî sebeplerin en önemlileri telakki edilmiştir. Zira varlıkların en yetkini olan Allah’ın zâtı gibi sıfatlarının da yetkin olması aşkın tanrı anlayışının bir gereği olarak görülmüş, buna bağlı olarak da ilim, kudret ve irade sıfatlarının bütün varlık ve olayları kuşattığına, bu arada insanların da bu metafizik gücün koyduğu zorunluluk kanunlarına tâbi (mecbûr) olduklarına inanmak gerektiği görüşü ortaya atılmıştır. Öte yandan tasavvufî düşüncenin, “vahdet-i vücûd” denilen varlık felsefesi yanında amelî bakımdan da hakiki mânada bir tevhidin gerçekleşebilmesi için insanın ilâhî irade karşısında bütün benliğiyle kendisini yok farzederek “fenâfillâh” olması ve her şeyin O’ndan geldiğine inanması gerektiğini telkin ederek koyu bir teslimiyet ve aşırı bir tevekkül fikrini yerleştirmeye çalışması cebir görüşünün yaygınlaşmasında etkili olmuştur. 3. Kültürel Sebepler. Bazı müslüman yazarlarla çeşitli şarkiyatçılar tarafından ileri sürülen bir iddiaya göre müslümanların yabancı kültürlerle tam olarak temas kurmalarını sağlayan fetihler sonunda, insanın fiillerinde hür veya “mecbûr” oluşu problemini yoğun bir şekilde tartışan yabancı kültürle, özellikle hıristiyan ve yahudi teolojisiyle karşılaştıktan sonra İslâm âlimlerinin ister istemez bu konulardaki İslâmî inancı belirlemeye çalışmaları Cebriyye’nin teşekkülünde rol oynamıştır (Goldziher, s. 77 vd.). Ancak bundan önce söz konusu edilen iki faktörden özellikle dinî-fikrî olanını dikkate almadan cebir görüşünü sadece yabancı kültürün tesirine bağlamak isabetli görülmemiştir. (TDV.İslam Ansiklopedisi) |